Haluk Akakçe başka alemlerde
Haluk Akakçe ile 15. İstanbul Bienali ile eş zamanlı olarak Dirimart Dolapdere'nin pop-up mekanında gerçekleşen Akasha, Vahşi Çiçekteki Cennet sergisinin ardından özel bir çekim ve söyleşi gerçekleştirdik.
GÜNCELLEME TARİHİ: 26 Mart 2018
İlk sergisinden bugüne değişime, dönüşüme, reenkarnasyona ve benzeri temalar odaklanan Akakçe, "Kendime sınır koymadım" dediği son sergisini, kendisi gibi başka alemlerin var olduğuna inanan insanları buluşturduğunu söylediği kitabının ana fikrini ve sanatına yön veren iç dünyasını anlattı.
Röportaj: Şebnem Kırmacı
Fotoğraflar: Serkan Eldeleklioğlu
Haluk Akakçe, 15. İstanbul Bienali ile eşzamanlı olarak Dirimart Dolapdere'nin pop-up mekanında Akasha, Vahşi Çiçekteki Cennet adlı bir sergi açtı. Sergi boyunca mekanı bir atölyeye çevirdi; orada üretim yaptı, seyirciyle her anı paylaştı. "Kendime hiçbir sınır koymadım" diyen Akakçe'nin bugüne kadarki en renkli, en çeşitli sergisinin ardından, sanatsal pratiğinin nereye evrildiğini, hemen hemen tüm sergilerinde odaklandığı ruhani anlayışını konuştuk. Satır aralarında gerçekten uluslararası başarılara imza atan, evrensel boyutta işler üreten bir sanatçı olarak Akakçe'yi besleyen düşünceleri, ilham kaynaklarını bulacak ve hayat denen tecrübeye bakışını daha iyi anlayacaksınız.
Dirimart'taki son serginde ilk göze çarpan, çok çeşitli iş olmasıydı. Rengarenk, birbirinden farklı bir sürü tuval... Bir bütün olarak sergiye bakınca, sanki bir kutlama havası vardı. Nasıl bir sürecin sonucuydu bu sergi?
Bu sergiye son anda karar verdim. Bu yüzden pop-up sergi yaptık. Tam sergi denebilir mi, bilmem. İşlerin büyük kısmı hazırdı, bir kısmı New York'tan geldi. Sergi sürecinde galeri mekanını atölyeye çevirdim ve sürekli iş ürettim. Biraz insanların içinde kendilerini bulabilecekleri bir alan yaratmak istedim. Bir iş üretirken çok hassas oluyorum, algılarım çok açık oluyor, insanların enerjisini hissediyorum. Hani sinema izlemeye biriyle gidersin de bazı sahnelere yanındaki kişinin gözlerinden bakarsın ya... İşte, böyle bir tecrübe. Gelen ziyaretçilerle paylaşmak istedim bütün o süreci. Ben video sanatçısı olarak tanınıyorum fakat son beş senedir resme yöneldim aslında.
Doodle ve eskiz gibi çizimler de vardı. Mimari eğitimi almış olman kanımca işlerine çok yansıyor. Ancak bu sergide farklı çizgiler vardı. İzleyicinin neşeli olarak algılayabileceği çizimler. Mimarinin formal, özenli çizgisinden çıktın mı artık?
Eğitimimden dolayı çok mükemmeliyetçi, daha grafik resimler yaptığım doğru. Bu son sergimde mükemmel olmayan işler yaptım. Daha dışavurumcu, daha özgür bir lisan geliştiriyordum son beş senedir.
Kolay oldu mu bu değişim?
Hayır. En başta çok korkuyordum. Görsel bir lügat oluşturduğunda, başka lisana geçmek biraz ürkütücü oluyor. Dışavurumcu bir yol benimsedim. Ama bu benim için çok iyi oldu.
Böylelikle kendini daha iyi ifade edebildiğini mi düşünüyorsun?
Hiçbir sınır koymak istemedim. Kendim için yaptım bu sergiyi. Açıkçası beklentileri hiç mi hiç düşünmedim. Ne yapmak istiyorsam yaptım, kendime özgürlük tanıdım. 'Bir işin bitmesi' diye bir şey vardır sanatçılarda. Eserin bittiği 'an'dan bahsediyorum. Bunu sanatçı bilir ancak. Bu sergi bazı açılardan performans gibiydi çünkü seyirci oradaydı, bakışları üzerimdeydi ben üretirken. Bittiğinde bile kafamda devam ediyordu aslında. Bana ilham veren kitaplar, kullandığım dikiş makinesi vardı ortada, onları gördü izleyiciler.
Bazı işlerinde kumaş kullandın, değil mi?
Süngerler ve volanlar, kullandığım malzemeler arasındaydı. Renkler ve ifade şekli olarak kendimi sınırlamadığım gibi, malzeme olarak da kısıtlamadım. Eskizlerin üzerinde yemek sipariş listesi yazmıştım, o bile vardı. Akşamları çalıştığım için sergi bitene kadar galeride yaşadım, sadece uykum geldiğinde çıktım. Ona da sınır koymadım. Ne zaman uykum gelirse o zaman çıktım. Sergi bitince bir süre daha orada yaşadım,çalıştım. Bittiğinde bile kafamda devam ediyordu çünkü. Figür tekrar döndü işlerime. Portreler, insana benzeyen varlıklar çizdim. Tanımlı objeler...
'Tanımlı' kelimesinden kastın nedir?
Çiçek çizimleri vardı mesela. Net bir şekilde görülebilen. İnsan portreleri vardı.
Aslında seyirciyle üretim sürecini paylaşmak, onların önünde çalışmak çok cesurca.
Bu süreç, ilk olarak New York, Chelsea'deki Richard Taittinger Gallery'de yaptığım sergiyle başladı. 2015 yılının Mayıs ayında Come Midnight adlı bir sergim oldu. Açılışı gece yarısıydı. Ziyaretçiler gece yarısı geldiler ve sabaha kadar sürdü açılış. İş üretme sürecimi seyirci ile paylaşmadım o zaman. Normalde geceleri çalıştığımdan serginin geceleri açık olmasını istedim, seyircinin o saatlerde, benim normalde üretim yaptığım saatlerde görmesini istedim işleri. Böylece seyirciyle paylaşma açısından ilk adımı atmış oldum. Gece sessiz, trafik yok, yoğunluk yok... Kendi kabuğumdan çıktığım, ilk adımı attığım dönem, bu New York sergisine denk geliyor.
Dirimart'taki son serginin aksine sadece siyahbeyaz çizimler vardı New York sergisinde, değil mi?
Geçiş dönemimi en iyi gösteren sergidir New York sergim aslında. Siyah ve beyaz hakimdi. Renk çok azdı.
Tema olarak ruhlar dünyasıyla mı alakalıydı?
Evet, ruhlar dünyasıyla, geceyle alakalıydı. Zamansızlık, mesafesizlik. Başka boyutlarla, başka alemlerle alakalıydı. Uzaylılar...
Ölmüşler?
Ölüm diye bir şey yok. Bu yaşam, ruhun yaşamı. Bedenin sadece bir enstrüman olduğunu düşünüyorum. Kabul etmek zorundayız bu bedeni. İnsan kendi bedenine bakmak zorunda. Biz enerjiyiz. Hepimiz çok güzeliz, hepimiz biriz.
İlk serginden itibaren değişim-dönüşüm temasıyla ilgilendin aslında. Yeniden doğuş, reenkarnasyon, tanım...
Evet. Örneğin Tanım/Definition adlı sergimde, 2007 yılıydı sanırım, "Ruh mu ağır, beden mi?" temasına odaklandım. Değişime, transformasyona odaklandığım sergide ilgilendiğim mesele, "İçinde yaşadığımız topluma ruhumuzu uydurmalı mıyız, yoksa tam tersini mi yapmalıyız?" sorusuydu. Değişim özünde çok zor; büyük bir risk. Ama insanın bir başka açıdan gerçeklere bakmasını sağlıyor. Değişime açık olunca, değişimden geçince, o anlamda daha zengin bir hayat yaşıyor insan ruhani anlamda.
Biraz önce, "Hepimiz çok güzeliz, hepimiz biriz" dedin. Bu 'hepimiz biriz' inanışı hem üç büyük dinin öğretisinde hem de bütün ruhani öğretilerde var. Sanki insanın ulaşacağı son nokta bu kavrayışta yatıyor, en yüksek bilinç bu inanıştan geçiyor. Bunu çok inanarak, sanki kişisel anlamda tecrübe etmiş gibi söyledin. Yaşa dıklarından bir sonuca varmışsın gibi. Nedir bunu böyle söylemene sebep olan?
2007 senesi Ekim ayıydı. New York'ta bir şamana gittim. Adı Abdi Assadi. Tanınan biri. Hatta internette sayfası olması lazım. İran doğumlu Assadi, akupunktur tedavisi yapıyor aynı zamanda. Bekleme listesi var. Yaklaşık altı ay beklemek gerek ona ulaşmak için. Kafam çok karışıktı, problemli bir dönemdi. Bir arkadaşımın tavsiyesi üzerine gördüm Assadi'yi. Bahsettiğim arkadaşım, İngiliz müzisyen Bryan Ferry. Bana Assadi'den bahsetti ve bilincimi açmak ve yükseltmek için yardımcı olabileceğini söyledi.
Nasıl yapıyor bu bilinç açma işini Assadi?
Telepati yoluyla aklının içine giriyor. Bir yolculuk bu... Akupunktur tedavisi de yapıyor. Aslında bu deneyim pek tavsiye edilmiyor.
Ne yaşadın?
İnanılmaz bir şey oldu. Terapinin sonunda, yemen için bir elma veriyorlar. 60 dakika içinde o elmayı yemen gerekiyor. Gerçekten çok enteresan.
Sonra ne oldu?
Terapi bitince bana verilen elmayı yedim, arkadaşımla birlikte yürüyoruz...
Nerede oldu bu?
New York'ta. Arkadaşımla yürürken, anlatması zor ama sanki bir anda yok oldum. Elmayı bitirdiğim anda başka bir aleme gittim. Hani derler ya; ölüme yakın tecrübede insanın hayatı gözünün önünden geçer. Benzer bir şey yaşadım. Hayatımın bütün anlarını tek bir sahnede gördüm. Ve en önemlisi, bunu kavrayacak kadar kapasitem yükselmişti. Nasıl anlatsam... Bütün bedeninin gözlerle kaplanmış olduğunu düşün, her tarafında gözün olduğunu düşün. Sonra bir anda geri döndüm. Ne kadar sürdü bu gidiş dersen, zaman kavramı hakkında hiçbir fikrim yok. Bir saat, bir gün, bir yıl... Bilmiyorum. Tek bildiğim, bir anda ayaklarımın yere basmadığı. Sonra her şeyi sorgulamaya başladım zaten. Öyle bir dönem başladı.
Peki, bu tecrübe sonrası anlayışın, kavrayışın nasıl değişti? Nasıl değiştin, nasıl evrildin? Ne anladın sen?
Ben şunu anladım ve buna inanıyorum: Ruhun yaşamı farklı. "Ben niçin buradayım?", "Benim yapmam gereken bir şey var mı?", "Beni başkalarından ayıran nedir?" Bunları düşünüyor insan. Ama bu dünyada farklı bir şeyler yaşıyoruz. Ailenin futbol takımı neyse, senin futbol takımın da o oluyor. İnançlarımız bile coğrafi konuma göre şekilleniyor. Ama ruh var. Ruhun yaşamı bambaşka bir şey.
Nasıl?
Ben bir kitap hazırlıyorum bu konuda. Benim gibi düşünen insanları araştırmaya ve bulmaya, onlarla konuşmaya başladım.Örneğin Syd Mead; o da bilinen biri. 84 yaşında. Onu 'visual futurist', yani 'görsel gelecekçi' olarak tanımlıyorlar. Blade Runner filminin tasarımcısı. Star Trek: The Motion Picture, Tron, Aliens, Timecop, Johnny Mnemonic ve Mission: Impossible III gibi filmlerde tasarımcılık yapmış, nefes kesici işlere imza atmış biri, sınırsız bir tasarımcı. İlk kez eserlerini gördüğümde inanamadım. "Ben bu dili, bu çizimleri anlıyorum" dedim içimden. O lisanı konuşuyordum. Los Angeles'ta yaşayan bir arkadaşım sayesinde bir araya geldik. Uzunca konuştuk. Şimdi, Syd Mead ve benzeri insanlarla olan konuşmalarımdan oluşan bir kitap hazırlama aşamasındayım. Benim gibi düşünen insanlarla.
"Benim gibi düşünen insanlar" derken kast ettiğin tam olarak nedir?
Başka boyutların ve başka alemlerin gerçekliğine inananlar...
Harper's Bazaar çekimi için Melisa Tapan ile bir araya geldin. Bu süreç nasıl gelişti?
Bir rüya görmüştüm. Gelecekle ilgili. Yanımda biri vardı. Saf bir enerjiye sahip olan bir dişi. Gizemli biri ama bir o kadar saf ve temiz. Bu rüyamı bir arkadaşıma anlatıyordum. Bu rüyayı gerçek hayatta bir çekime dönüştürmek istediğimi... Tarif ettiğim kişinin bu dünyadaki karşılığı olarak aklına Melisa Tapan'ın geldiğini söyledi arkadaşım. Melisa, Türkiye'nin en köklü, en büyük aile holdinglerinden birinin varisi. Henüz çok genç, eğitiminin ardından aile şirketinde işe başlamış, hayatının başında. Ortak arkadaşım, ben rüyamda gördüğüm kişiyi uzun uzun tarif edince, kendi dost çevresinden birini aradı, o kişi Melisa Tapan'ın aile büyüklerinden biriydi. Sonra olumlu dönüş aldık. Melisa ile konuşmamda, "Evimizde sizin işlerinizden biri vardı, ben onunla büyüdüm, bende yeri vardır" dedi ve bu konuşmadan sonra çekim için bir araya geldik. Ben bir sanatçıyım, bana bu rüya ilham olmuştu. Orada gelecekle ilgili bir vizyon gördüm, yanımda ise saf bir ilham perisi vardı. Melisa bu çekimde onu canlandırdı. Aslında bu çekimde, bu rüya sonrası bir araya gelmemiz çok ilginç çünkü ben onun dünyasına kendi söylediğine göre işimle konuk olmuşum. Yıllar sonra o benim rüyama konuk oldu ve bu dünyada bu çekim için bir araya geldik. Melisa tanınan bir ailenin kızı ama ilk defa böyle bir çekim yapıyor. O bir model değil, bir oyuncu değil, işi poz vermek ya da bir karakteri canlandırmak değil. Bu yüzden, bu çekimde bana ilham perim olarak eşlik etmesi çok daha özel oldu. Ortaya bence çok güzel bir iş çıktı. Buradan ona teşekkür ederim.