MODA HABER
Adaların peşinde koşan kız
Girit’te hayat yavaş akar. Şşşşt dinleyin onu... Bakın kulağınıza ne fısıldıyor...
GÜNCELLEME TARİHİ: 23 Mayıs 2011
Tanıdığım ilk ada Heybeliadaydı. Küçüktüm, ilkokula gidiyordum o zamanlar. Feneryolu'nda oturduğumuz apartmanın yemyeşil bahçesi hala gözümün önünde... Giriş katındaki evimizin camına burnumuzu yapıştırıp dört gözle annemin işten dönmesini beklerdik kardeşim Murat'la. Annem Heybeliada sanatoryumunda dişhekimiydi. Her sabah erkenden işe gider akşama kadar da gelmezdi. O yıllarda Murat'la sürekli didişsek de ortak bir düşmanımız vardı: lodos... Bizi annemizden ayıran azılı bir canavardı o...Zira lodoslu günlerde ada vapuru çalışmaz annem de gece eve gelemezdi.
Heybeliadaya ilk gidişimde vapur yolculuğuna hayran kalmıştım. Vapura ilk binişim değildi elbette, babamla Cumartesileri Karaköy'e gider ne kadar saatçi, elektronikçi varsa hepsini gezerdik. Lakin adaya gitmek bambaşkaydı... En çok yol boyunca bize eşlik eden martıları sevmiştim.
Adaya çıkışımızdan sonra faytonları gördüğümde ne kadar heyecanlandığımı tahmin edersiniz. Ne var ki, bindikten sonra faytoncunun kırbaçlarını yiyen atlara çok üzülmüş, içim acımıştı. Daha sonraları, yazları sıkça gider olduğumuz Heybeliada yollarının tadını bisikletle çıkaracaktım. Adadaki en favori yerim ise iskelesinden berrak sularına çivileme atladığım Çam limanı olacaktı...
O yıllarda içime düşen ada sevdası hiç ayrılmadı benden... Diğer Prens Adaları, Marmara'daki adalar, Kıbrıs, Sicilya ve derken Komşu'nun adaları: Kos, Midilli, Paros, Santorini, Mikonos... Doğal güzellikleri bir yana, hiçbiri tam olarak diğerine benzemez, hepsi ayrı bir karakter taşırdı bu adaların. Adeta ruhu vardı herbirinin: şehir koşuşturmacalarından uzak, sakin, kendi halinde ve özgür...
Adalardan uzun zamandır gözüme kestirdiğim biri vardı; Girit... Sonunda vakti geldi; baharın kraliçesi Mayıs'ta gittim Girit'e. Yalın lezzetleri, hiçbiryerde olmadığı kadar parlak renklerdeki çiçeklerini, mis gibi kokan havasını, hayranlık duyduğum Minos'ları, "ağır ağbi" Girit'lileri, shot olarak içilen boğma rakıyı, hepsini anlatıcam size... Durun, sabırsızlanmayın... Girit'te hayat yavaş akar. Şşşşt dinleyin onu... Bakın kulağınıza ne fısıldıyor:
"siga siga*"...
DEVAMI HAFTAYA...
* yavaş yavaş
Heybeliadaya ilk gidişimde vapur yolculuğuna hayran kalmıştım. Vapura ilk binişim değildi elbette, babamla Cumartesileri Karaköy'e gider ne kadar saatçi, elektronikçi varsa hepsini gezerdik. Lakin adaya gitmek bambaşkaydı... En çok yol boyunca bize eşlik eden martıları sevmiştim.
Adaya çıkışımızdan sonra faytonları gördüğümde ne kadar heyecanlandığımı tahmin edersiniz. Ne var ki, bindikten sonra faytoncunun kırbaçlarını yiyen atlara çok üzülmüş, içim acımıştı. Daha sonraları, yazları sıkça gider olduğumuz Heybeliada yollarının tadını bisikletle çıkaracaktım. Adadaki en favori yerim ise iskelesinden berrak sularına çivileme atladığım Çam limanı olacaktı...
O yıllarda içime düşen ada sevdası hiç ayrılmadı benden... Diğer Prens Adaları, Marmara'daki adalar, Kıbrıs, Sicilya ve derken Komşu'nun adaları: Kos, Midilli, Paros, Santorini, Mikonos... Doğal güzellikleri bir yana, hiçbiri tam olarak diğerine benzemez, hepsi ayrı bir karakter taşırdı bu adaların. Adeta ruhu vardı herbirinin: şehir koşuşturmacalarından uzak, sakin, kendi halinde ve özgür...
Adalardan uzun zamandır gözüme kestirdiğim biri vardı; Girit... Sonunda vakti geldi; baharın kraliçesi Mayıs'ta gittim Girit'e. Yalın lezzetleri, hiçbiryerde olmadığı kadar parlak renklerdeki çiçeklerini, mis gibi kokan havasını, hayranlık duyduğum Minos'ları, "ağır ağbi" Girit'lileri, shot olarak içilen boğma rakıyı, hepsini anlatıcam size... Durun, sabırsızlanmayın... Girit'te hayat yavaş akar. Şşşşt dinleyin onu... Bakın kulağınıza ne fısıldıyor:
"siga siga*"...
DEVAMI HAFTAYA...
* yavaş yavaş