Bir koleksiyoner bir eleştirmen
Sanat eleştirmeni Ayşegül Sönmez ile koleksiyoner Öner Kocabeyoğlu Harper’s Bazaar için bir araya gelerek çağdaş sanat piyasasının güncel durumundan koleksiyon yapmanın inceliklerine uzanan bir sohbet gerçekleştirdi.
GÜNCELLEME TARİHİ: 27 Aralık 2017
Bir tarafta günümüz sanat piyasasının kendi bireysel takıntılarından yola çıkan, galerici ya da müzayedecinin kontrolü altında, trendlerle hareket eden bir prototip yarattığını düşünen Sanatatak.com'un kurucusu Ayşegül Sönmez; diğer tarafta sanatın korunması sorumluluğunu üstlenen ve eser seçkisini bu bakış açısıyla oluşturan koleksiyoner Öner Kocabeyoğlu var. İşte bu nedenle bir başka prototip olan 'sanat eleştirisi' klişesinden sıyrılıp koleksiyoner-eleştirmen buluşmasını gerçekleştirdik. Böylece aslında piyasanın durumunu tüm gerçekleriyle konuşulabildiği zemini yaratmış olduk.
2011'de Sabah gazetesinde bir söyleşini okumuş ve biraz kızmıştım. Çünkü resimlerden emtia olarak bahsediyordun. Hala aynı şey geçerli mi?
'Hazinesini Halka Açıyor' başlıklı söyleşiden bahsediyor olmalısın… Okuduğun yazı benim sanatla ilgili yaptığım ilk söyleşiydi ve başlığı da bana ait değildi. Yanlış anlaşıldığıma üzüldüm çünkü sahip olduğum eserleri hiçbir zaman meta olarak düşünmedim; aksine bunu her zaman yanlış buldum. 'Sanat yatırım aracı mıdır?' diye sorarlar ya hep; bence –özellikle Türkiye'de- değildir. Hatta bu uğurda yapılan yatırımlar yanlış sonuçlar doğurabilir.
Geçtiğimiz günlerde Instagram'da Picasso'nun altından daha değerli olduğunu gösteren bir grafik paylaştın. Altından bahsediyorsak işin içine simya giriyor…
10 yıl önce Picasso, Rothko ya da Bacon'ın bir eserini aldıysan evet, bugün büyük bir kazanç elde etmişsindir ve bu birçok emtianın kazancının önüne geçmiş olabilir. Doğru eser iki yıl gibi kısa bir sürede böyle bir kazanç doğurur. Ama enflasyonist bir ülkede yaşadığımız için burada aynı durum geçerli değildir. Instagram postundaki eser Picasso'ya ait fakat ülke Türkiye değil. Bunun yanında sanata hisse senedi davranılması bir sorundur. Hiç kimsenin kristal küresi olmadığı için geleceği de okuyamaz. Ancak ciddi bir koleksiyoner ödevini yapan, işleri takip eden, sanatçının ve galerinin geçmişini aktif olarak inceleyen biridir.
Peki her şey nasıl başladı? Yani koleksiyon yaptığını zamanla mı fark ettin yoksa hep bilinçli bir şekilde mi ilerledin?
Tam manasıyla bir koleksiyon yapmaya çalıştığımı yıllar sonra fark ettim diyebilirim. Bu eserlerin aslında hepimizin olduğunu düşündüğüm, insanlarla yani farklı gözlerle paylaşmak istediğim zaman... O da Santral İstanbul'daki sergi zamanına tekabül ediyor. O sergi sırasında bütün koleksiyonu bir arada görmek bana büyük bir haz, onun da ötesinde sorumluluk duygusu vermişti. Sanatın içinde farklı ekollerle ilgilenen pek çok kişi bana sorular sormaya başladı. 'Neden Selim Turan?' dediler örneğin… Başlarda sadece zevk içindi ve basit bir beğeniyle ekleniyorlardı koleksiyona; fakat eserler başından beri Paris ekolü ağırlıklıydı.
Fahrelnissa Zeid, Oturan Çıplak, 1944, panel üzerine yağlıboya, 73x60 cm
Paris ekolüne ilginin özel bir nedeni var mı?
O dönemin sanatçılarının, günümüzden çok farklı olarak sadece sanat üretmek adına zorluklarla mücadele etmelerine büyük saygı duyuyorum. Bir de o dönemin Türk resim sanatı, çağdaşlarıyla paralel bir çizgide. O nedenle koleksiyonda Selim Turan'ın da Hans Hartung'un da eserleri yer alıyor. Ama dediğim gibi başlangıçta bilinçli değildim, ki bugün bile aynı şey geçerli... İşin güzel yanı da bu sanırım. Şu an geldiğim nokta profesyonel olabilir ama son derece amatör ruhla yapıldığı için bu seviyede. Tabii şu da var: Zamanla gözler daha iyi görüyor, burun daha iyi koku alıyor. Okuyorum, takip ediyorum. Bir koleksiyonerin iyi bir kütüphanesi olmalı; araştırmalı, gezmeli ve görmeye devam etmeli.
Daha iyi görerek bazı kriterlerin de değişip çoğullaştı mı?
Hem evet hem hayır. Çok beğenmeme rağmen hala video sanatı almıyorum mesela. Bunun iki sebebi var: İlki edisyonlu yani çoğaltılabilir olması. İkincisi de izlerken hiçbir zaman o zevk veren ortamı yaratamayacak olmak. Eskiden sadece uluslararası sanatçıların özgün, tek baskı fotoğraflarını alıyordum ve bu da bende pentür hissiyatı yaratıyordu. Türk sanatçılardan Gül Ilgaz ve Ara Güler'in fotoğraflarını çok seviyorum. Bunun dışında Andreas Gursky'nin çok farklı bir sanat anlayışı olduğunu düşünüyorum. 'Niye Candida Höfer ya da Thomas Ruff değil?' diye soracak olursan anlatamam çünkü bu bir his, bir merak, bir tutku. Peyzaj ya da klasik resim ya da Türk pentür duayenleri yoktur bende. Zira daha çok soyut seven biriyim. Bu bağlamda son dönemde Wolfgang Tillmans'ı takip ediyorum ve hatta işlerini beş yıl önce Art Basel'den almadığım için kendime kızıyorum. Özetle kriterlerim değişmiyor ama artık daha seçiciyim.
Fransız sanat eleştirmeni ve Artpress dergisinin kurucusu Catherine Millet ile yaptığım röportajda "…Eskiden müze müdürlerini, sergi başkanlarını, küratörleri yetkiyi almak ve eserleri manipüle etmekle eleştiriyorduk. Bugün daha çok sanatın emir beyleri olarak koleksiyonerleri görüyoruz. Ve kimse onları eleştirmiyor. Garip. Neyse ki birkaç alternatif daha var." Tipik bir Türk koleksiyoneri olduğunu düşünmüyorum ama bu tarz ortak bir beğeniden bahsedebilir misin?
Aslına bakarsan koleksiyon yapandan zarar gelmez. Senin deyişinle neticede topluyorlar ve biriktiriyorlar. Elbette toplarken birbirlerinden hayli fazla etkileniyorlar ama bu da doğal. Sanatçılar bile birbirlerinden etkileniyorsa koleksiyonerlerin de birbirlerini etkilemesi kaçınılmaz. Bu noktada piyasadaki aktörler çok önemli ve ne yazık ki sayıları çok az. Dolayısıyla bu durum koleksiyonlara yansıyor. Koleksiyoner özünde en önemli aktör ve zincirin sonu. Biri üretiyor biri satıyor diğeri de alıp saklıyor ve paylaşıyor. Saklıyor olsa bile bu durum değişmiyor; o nedenle elbette onlar da eleştirilmeli ve zevkleri masaya yatırılmalı!
Kitabımda ısrarla sorduğum bir soru var, sana da yöneltmek istiyorum: Sence çağdaş sanat nedir?
'Türkiye'de çağdaş sanat nedir?' sorusunun cevabını almak için her şeyin başladığı tarihe gitmek gerekiyor. 2010 yılında uluslararası bir yayımcı tarafından çıkarılan kitapta Türk koleksiyoner objektif karşısına geçti ve dünyaya tanıtıldı. Bana kalırsa bu tamamen şişirme bir kitaptı ama bunun da öncesi var. Biz bilmiyoruz ama 2008'de bu senaryoyu önceden oluşturdular ve 2009'un Mart ayında Londra'da müzayede düzenlediler. Londra'daki bu mezat, Türkiye'deki çağdaş sanat bombasını ateşleyen en önemli olaydı; Unleashed yayınlanınca da herkes bundan etkilendi ve piyasa oluşmaya başladı. Halbuki ne kadar saçmaydı o gün köşedeki bir galeriden alabileceğin bir eseri gidip Londra'da iki katı fiyatına edinmek. Bu kitabın ardından 2010'da düzenlenen çağdaş sanat fuarımız satış rekorları kırdı. Satılmayan bir şey bir anda satılırsa ne olur? Rekor kırar... İşte bu çağdaş sanatın saatli bombasıydı.
Bugüne geldiğimizde çağdaş sanatın nasıl bir çehresi var?
Bugün o bombanın tesiriyle ateşlenen bütün sanatçılar ve galericiler tam bir hüsranın içindeler. Çünkü galericiler kendi ateşledikleri fitille hiçbir fiyatı beğenmeyen bir sanatçı ordusu yarattılar. Sanatçılar, bir anda Londra'da satılıyor olmaktan ötürü yurt dışında ilgi görüyor makyajıyla kendilerinden geçtiler. 2012 yılında bu patladı ama onlar hala inanmak istemiyorlardı. Günümüzde 'Türk koleksiyonerinin Basel çıkarması' diye çıkan yazılar yerini 'Türk koleksiyoneri Türk resmine sırtını döndü' gibi yazılara bıraktı. Son iki yıldır fuarlar dolup taşıyor ama katılanlar sadece selfie çekenler; gerçek sanatsever yok denecek kadar az. Satış, kimseyi tatmin etmeyecek düzeyde. Bu yıl ilk kez Bienal ile eş zamanlı düzenlenen fuar büyük bir coşkuyla başladı fakat ticaret için yapılan bu etkinlik haz vermedi. Zira çağdaş sanat, 2008'deki fitilden sonra bir sosyalleşme platformu olarak hızla yayılan ilgi alanına dönüştü. Oysa sanat entelektüel bir uğraştır; düşünmek, soru sormak ve anlamak gerektirir.
Müze ya da büyük bir sergi gibi uzun soluklu bir hayalin var mı?
Müze gibi bir proje asla düşünmüyorum. Sahip olduğum eserler müzelik ama ben değilim. Müze ve müzecilik çok kapsamlı, hakkıyla yapılması ve geleceği garantilenmiş olması gereken bir proje.
Koleksiyonunu yaptığın başka objeler var mı?
Tutkuyla topladığım ilk nesne misketlerdir. Bugün ise tutkuyla toplayıp biriktirmek üzere olduğum sanat koleksiyonumun yanında hobi olarak parfüm şişeleri, içki takımları, sürahiler gibi art deco obje biriktiriyorum. Ayrıca sanat gibi seçerek aldığım, kullanıp biriktirdiğim ve benim ile yaşayan diğer koleksiyonlarım da kol saati ve kalem.
Koleksiyonunuzdaki Ömer Uluç tablolarının önemli bir yeri olduğunu biliyoruz. Sanatçının aldığın ilk eserini hatırlıyor musun?
Elbette Denizaltı ve Kuş. Ömer Uluç'u çok severim; kendisi atölyesini ziyaret ettiğim ilk sanatçıdır.
Pek çok sanatçıyla büyük ölçekli sergiler yapılmayan, bu anlamda hak teslim etmekte güçlük çeken bir sahnemiz var. Hep olmasını istediğim Nur Koçak retrospektifi mesela... Senin de hakkının teslim edilmediğini düşündüğün sanatçılar var mı?
Mehmet Güleryüz'e ikinci retrospektif hazırlanacağına Ömer Uluç'a çoktan bir tane yapılmalıydı; ailevi anlaşmazlık sebebiyle maalesef bu gerçekleşemedi. Dediğin gibi, Türk sanatı için çok önemli, eserleri çağın ilerisinde bir sanatçı olan Nur Koçak da.
Kocabeyoğlu'nun aldığı ilk eser Ömer Uluç'un Denizaltı ve Kuş adlı tablosuydu
Koleksiyoneri neler besler?
Bir koleksiyoneri en iyi gözleri, kütüphanesi ve yaptığı seyahatlerde sanata ayırdığı zaman besler. Art Basel, Frieze London ve FIAC fuarlarına gitmek yeterlidir. Ancak aynı yıl üç fuar görmek de doğru değildir.
'Türkiye'de Sanat, Yıl 2017' deyince aklına nasıl bir resim geliyor?
Dolup taşan fuarımız, çok bilgili danışmanlarımız, çok bilgili eleştirmenlerimiz, kısa sürede varlıklı olmayı hayal eden sanatçı ve galericilerimiz, 'hiç olmamasından iyidir' diyerek avunduğumuz bir modern ve çağdaş müzemiz, sanatı sadece sosyalleşme platformu, fuarı da birbirlerini selamlayıp çantalarını ya da kıyafetlerini göstermek için kullanan elitlerimiz, fotoğraf çekmek için yanıp tutuşan selfie'cilerimiz.
Bu tablonun hiç mi olumlu bir yanı yok?
Elbette … Tutkulu koleksiyonerlerimiz, çok iyi eserler üreten gerçek sanatçılarımız, görevini, ödevini büyük sorumluluk bilinciyle yerine getiren az sayıda galerimiz ve galericimiz, gerçekten sadece sanatın doğru yapılmasına ve doğru anlaşılmasına yardımcı olan eleştirmenlerimiz, önemli bir müze açmak üzere olan koleksiyonerimiz var.