LIFESTYLE
Bir taşınma öyküsü...
Yeni demlediği çayını yudumlarken sokaktan gelen kahkahaları duydu... Kaldırımdan geçen insanların konuşmalarını duymaya alışmıştı çoktan.
GÜNCELLEME TARİHİ: 12 Temmuz 2010
Dile kolay altı yıl, evet tam altı yıldır bu evde, bu giriş katı dairede oturuyordu. İşlek sokakla koyun koyuna yaşıyor gibiydi... Bu, ona tuhaf bir güven veriyordu. Sanki onu kollayan samimi bir dosttu bu sokak...
Yeniden çay koymak için ayağa kalktı. Mutfağa gitmeden durup, salon penceresinin önündeki saksılarda duran sardunyalarına baktı... Kırmızı, pembe çiçekleri açmıştı. Son yağan yağmurlar iyi gelmişti besbelli. Bu evin ışığını çok severdi bitkiler...
Çay güzel demlenmişti. Hani, tavşankanı dedikleri türden. Övünmek gibi olmasın, çayı pek güzel olurdu onun... Özel harmanı vardı; üçte bir Filiz, üçte bir Rize, üçte bir de Earl Grey... Evde sabahları çayın demleniyor olması ona yuva sıcaklığını hatırlatan şeylerden biriydi... Tek başına da yaşasa poşet çaylara yüz vermeyip, çay demleme alışkanlığını sürdürmesi de bu yüzdendi galiba...
Bu evi ilk gördüğünde sevmişti... Hayatının zorlu bir döneminde sıkışık bir zamanda taşınmak zorunda kalmıştı oysa... Birebir üstüne dikilmiş bir elbise gibi evi sarıp sarmalamıştı eşyaları... Her içeri girende mutlu bir gülümseme yaratmayı başaran bir sıcaklığı vardı bu evin... Karizmasının nereden geldiği anlaşılamayan insanlar gibiydi...Bir şekilde severdiniz onu...
Nice tatlı sohbetlere, kahkahalara, gözyaşlarına, tesellilere, sırlara ve umutlara tanık olmuştu bu duvarlar. Büyük konuşanların laflarını daha sonra birer birer geri almalarına, kıskançlıktan gözü dönenlerin çaresizliklerine, çocuklaşan annelere, annelik taslayan çocuklara... Gelen giden eksik olmazdı anlayacağınız...
Bazen değişik oyunlar oynarlardı. Kendi yarattıkları oyunlardı bunlar...Mesela bir sevgilide olması gereken on özellik oyununu oynadıkları günü anımsadı. Hani herkes kağıtlara yazmıştı da sonra birbirlerine yüksek sesle okumuşlardı. Onun için ilk sırada güven vardı... Diğerlerini boşverin, hayaller işte, bilirsiniz... Gerçekler ise bambaşkaydı...
Aşık olanlar, evlenenler, anne-baba olanlar, boşananlar... Hepsi de dostları... Bu eve gelen onca insan gözünün önünden bir film şeridi gibi geçti... Hayat akıp gitmiş, şu koskoca dünyada değişmeyen tek şey o ve bu ev kalmıştı sanki.. Yani bugüne kadar... Birden gözleri doldu... Değişim yanıbaşına kadar gelmiş, müşfik bir ağabey gibi, onu götürmeyi bekliyordu.
Salona dönüp sallanan sandalyeye oturdu. Nedense pek az oturmuştu bu sandalyede. Oysa ne de rahattı... Gözü duvarda duran Fas'tan aldığı aynaya takıldı, saçlarını toplasa iyi olurdu aslında... Tam o sırada zil çaldı. Sokak kapısını açar açmaz karşısındaki adam sabırsızca lafa girdi "taşınacak ev burası mı? "Kamyonu yan sokağa park ettik, eşyaları yüklemeye başlayabiliriz" ...
Yeniden çay koymak için ayağa kalktı. Mutfağa gitmeden durup, salon penceresinin önündeki saksılarda duran sardunyalarına baktı... Kırmızı, pembe çiçekleri açmıştı. Son yağan yağmurlar iyi gelmişti besbelli. Bu evin ışığını çok severdi bitkiler...
Çay güzel demlenmişti. Hani, tavşankanı dedikleri türden. Övünmek gibi olmasın, çayı pek güzel olurdu onun... Özel harmanı vardı; üçte bir Filiz, üçte bir Rize, üçte bir de Earl Grey... Evde sabahları çayın demleniyor olması ona yuva sıcaklığını hatırlatan şeylerden biriydi... Tek başına da yaşasa poşet çaylara yüz vermeyip, çay demleme alışkanlığını sürdürmesi de bu yüzdendi galiba...
Bu evi ilk gördüğünde sevmişti... Hayatının zorlu bir döneminde sıkışık bir zamanda taşınmak zorunda kalmıştı oysa... Birebir üstüne dikilmiş bir elbise gibi evi sarıp sarmalamıştı eşyaları... Her içeri girende mutlu bir gülümseme yaratmayı başaran bir sıcaklığı vardı bu evin... Karizmasının nereden geldiği anlaşılamayan insanlar gibiydi...Bir şekilde severdiniz onu...
Nice tatlı sohbetlere, kahkahalara, gözyaşlarına, tesellilere, sırlara ve umutlara tanık olmuştu bu duvarlar. Büyük konuşanların laflarını daha sonra birer birer geri almalarına, kıskançlıktan gözü dönenlerin çaresizliklerine, çocuklaşan annelere, annelik taslayan çocuklara... Gelen giden eksik olmazdı anlayacağınız...
Bazen değişik oyunlar oynarlardı. Kendi yarattıkları oyunlardı bunlar...Mesela bir sevgilide olması gereken on özellik oyununu oynadıkları günü anımsadı. Hani herkes kağıtlara yazmıştı da sonra birbirlerine yüksek sesle okumuşlardı. Onun için ilk sırada güven vardı... Diğerlerini boşverin, hayaller işte, bilirsiniz... Gerçekler ise bambaşkaydı...
Aşık olanlar, evlenenler, anne-baba olanlar, boşananlar... Hepsi de dostları... Bu eve gelen onca insan gözünün önünden bir film şeridi gibi geçti... Hayat akıp gitmiş, şu koskoca dünyada değişmeyen tek şey o ve bu ev kalmıştı sanki.. Yani bugüne kadar... Birden gözleri doldu... Değişim yanıbaşına kadar gelmiş, müşfik bir ağabey gibi, onu götürmeyi bekliyordu.
Salona dönüp sallanan sandalyeye oturdu. Nedense pek az oturmuştu bu sandalyede. Oysa ne de rahattı... Gözü duvarda duran Fas'tan aldığı aynaya takıldı, saçlarını toplasa iyi olurdu aslında... Tam o sırada zil çaldı. Sokak kapısını açar açmaz karşısındaki adam sabırsızca lafa girdi "taşınacak ev burası mı? "Kamyonu yan sokağa park ettik, eşyaları yüklemeye başlayabiliriz" ...
****