ÜNLÜ STİLİ
Elif Şafak Kâğıt Helva’yı anlatıyor
Elif Şafak, 15 yıllık yazarlık yolculuğunda durup da geçtiği yollara bakmak isteyince, kitaplarından alıntılar yapıp, tadımlık Kâğıt Helva'yı çıkarmış ortaya... Böylece hem kendiyle yüzleşmiş hem de geride bıraktığı kitaplarıyla
GÜNCELLEME TARİHİ: 23 Aralık 2009
FiGEN YANIK
Yazı yazmayı yolculuk gibi gören bir yazar, hiç bilmediği ummanlara uzanmayı yaşam biçimi olarak seçer ta en başından. Yollarda yeni yeni kelimeler çıkar karşısına, onları da yanına alır, devam eder. Bu yazar bir de evden eve, ülkeden ülkeye, şehirden şehire göçebe hayatı sürerken, yaşamının son 15 yılına dokuz kitap sığdıran Elif Şafak'sa kitabın son harfini yazıp, onunla ilişkisini bitirir, geriye bakmaz bile. Ama çok ileride bir gün şöyle durup da hem kendine hem de geçtiği yollara bakmak isterse, yapılacak tek şey vardır; eski dostların birer birer sayfalarını çevirip, anıların izlerini takip etmek... Elif Şafak, ilk romanı Pinhan'la başlayıp Aşk'a kadar gelen yazarlık yolculuğunun tadımlık bir özetini sunuyor Kâğıt Helva'da. Aşk, insan, yolculuk, varoluş, inanç, zaman, yazmak, kadınlar, ben ve sen temalarının izinde, bu temalara uyan bölümlerden alıntılardan oluşan kitap, okur için hazırlansa da yazara da nereden nereye geldiğini gösteren bir izlek sanki...
- Aşk öyle dolu dizgin bir yol kat etti ki diğer kitaplarınız unutulup gitmemek için kendilerini hatırlatmak mı istedi?
- Aşk'tan sonra şöyle bir durup, kendime, geçtiğim yollara bakmak istedim. Neler yazmışım, kalemimden neler çıkmış? Hatırlamak, hatırlatmak istedim. Çünkü Pinhan'dan beri beni takip eden bir kesim de var. Biraz yazarın ayak izleri gibi. O anlamda Kâğıt Helva benim için çok özel bir çalışma.
- Sizi yıllar önce Pinhan'la takip etmeye başlayan okurların, Aşk'la keşfedenlere karşı biraz tepeden bakar gibi bir halleri var. Bu kitap, onları birleştirme çağrısı sayılabilir mi?
- Evet, sanki bir Aşk'la tanıyanlar, bir de daha öncekiler diye iki grup var. Öteden beri tanıyanlar, yeni tanıyanlara bazen kızıyor, daha çok sahipleniyorlar. Bu iki grubu yakınlaştırmak, bir süreklilik duygusu yaratmak da istedim. Ben yazarken kafamda hikâyeyi mühendislik gibi kurmuyorum, biraz da bilmeden, biraz sarhoş şekilde yazıyorum. O sarhoşluğun içinde de kendime bir yol haritası çıkarmak ve bunu beni seven, daha ruhdaş okurlarla paylaşmak istedim.
- Kitapta ilk sırayı aşk temasına vermişsiniz. Aşk, bu kadar önemli mi, varoluş amacımız mı?
- Aslında kâinatın özü, yaradılışımızın gayesi, her şeyin özü cevheri aşk, onun için birinci sırada.
- Alıntıları seçerken, 'Nasıl da değişmiş düşüncelerim?' dediğiniz oldu mu hiç?
- Evet, 'Neler yazmışım, ne kadar değişmişim? Bunu ben mi yazmışım?' diye hayret ettim. Her birini yazarken farklı bir insanmışım. Dokuz kitabımı yan yana koyup baktığımda her birinin içeriği, enerjisi, dilinin farklı olduğunu görüyorum. Ama o değişimler içinde bir ahenk var. Acaba hangi temaları daha yoğun hissedip, daha yoğun işlemişim, bu gözle bakıp, böyle bir izlek çıkarmak istedik. 10 temayla da sınırlı tuttuk. Bu temalar üzerinden alıntılarımız var.
- Yazar, her yazdığını sever mi?
- Hayır. İlk öykü kitabımı sevmem, amatörce bulurum. Ama Pinhan dönüm noktası. Pinhan'la benim beynimde başka kapılar açıldı. O günden bugüne yazdıklarımı seviyorum. Ama seviyorum demek sürekli onlarla yaşıyorum, demek değil. Sanki her kitap kendi yoluna gitmiş eski bir dostunuz, hayatını yaşamış ve seneler sonra karşılaşıyorsunuz.
- Favori kitabınız var mı?
- Benim her zaman için gönlümdeki favorim yazmadığım kitap, henüz gelmeyen kitap.
- Aşk romanından sonra size hep aşkla ilgili sorular gelmesinden sıkılmaya başladınız mı?
- Hayır, sıkılmıyorum. Çünkü Aşk'tan sonra toplumun çok farklı kesiminden, kılık kıyafetten insanla etkinlik yaptım, yakın bir temasım var. Bundan inanılmaz bir enerji, moral alıyorum. Okur, kitapla çok dolaysız bir ilişki kuruyor, sohbet ediyor, ruhdaşlık hissediyor. Yazarın şahsiyetinin hiç önemi yok. Bizde ise medyada yazara dönük bir durum var. O, yazarı yıpratıyor.
- Bu nedenle mi bazı yazarlar ortaya çıkmaktan hoşlanmazken, siz hep onlarla birliktesiniz?
- Roman sanatı o kadar yalnız bir sanat ki. Çok içsel bir yolculuk. Biz yazarken çok yalnızız, okur da okurken yalnız. Film izlerken, sergide öyle değil. Oysa roman, okur ve romancı arasındaki üçgende bir sırdaşlık var. Hep böyle değildim, seneler içinde bunun önemini daha iyi anladım.
- Bunu Salinger gibi inzivaya çekilen yazarlar da duymalı...
- Daha içe dönük, belli bir kozada yaşayanlara da saygı duyuyorum. Bir yanım öyle çünkü, yazarken en azından öyleyim. Ama kitap bittikten sonra mümkün olduğunca o kozayı kırmak gerektiğini düşünüyorum. Yoksa kendimizi zaman içinde tekrar etmeye başlıyoruz.
- Her kitapta kendinizi aradığınızı söylüyorsunuz, yolun sonunda bulacak mısınız?
- Bana varmaktan çok gitmek önemli geliyor. Hareketi, bir yerden bir yere taşınmayı, sürekli birden fazla iş yapmayı seviyorum. Bence birçok kadın böyle. Kadınlar daha yetenekli. Anne, evini çekip çeviren kadın, iş kadını olarak o kadar çok rol üst üste biniyor ki aynı zamanda havada beş altı topu dengede tutmaya çalışıyoruz.
BİZ KADINLAR BİRBİRİMİZİ ÇOK EZİYORUZ
- 'İyi ki kadınız,' mı?
- İyi ki kadınız.
- Ama kitapta Siyah Süt'ten, 'Kadınlar birbirlerine karşı nasıl da acımasız olabiliyor?' cümlesini de alıntılamışsınız... Acımasız mıyız, gerçekten?
- Çok. Bunu çok eleştiriyorum. Biz kadınlar, birbirimizi çok eziyoruz, çok yargılıyoruz. Bence şu önemli bir kriter: Bir başka kadının başarısını görmekten mutlu oluyor muyum? Bu konuda net durabiliyorsak, epey yol kat etmişizdir. Bunu yapamıyorsak, ataerkillik içimize işlemiş demektir. Çünkü ataerkillik erkeğin kadının uyguladığı bir eşitsizlik değil, aynı zamanda kadının kadına uyguladığı bir eşitsizlik. O yüzden ben kızkardeşlik kavramını çok önemsiyorum. Bizde kızkardeşlik kavramı yeterince oturmamış. Kadın dayanışma ağlarının içselleştirilmesi lazım.
Yazı yazmayı yolculuk gibi gören bir yazar, hiç bilmediği ummanlara uzanmayı yaşam biçimi olarak seçer ta en başından. Yollarda yeni yeni kelimeler çıkar karşısına, onları da yanına alır, devam eder. Bu yazar bir de evden eve, ülkeden ülkeye, şehirden şehire göçebe hayatı sürerken, yaşamının son 15 yılına dokuz kitap sığdıran Elif Şafak'sa kitabın son harfini yazıp, onunla ilişkisini bitirir, geriye bakmaz bile. Ama çok ileride bir gün şöyle durup da hem kendine hem de geçtiği yollara bakmak isterse, yapılacak tek şey vardır; eski dostların birer birer sayfalarını çevirip, anıların izlerini takip etmek... Elif Şafak, ilk romanı Pinhan'la başlayıp Aşk'a kadar gelen yazarlık yolculuğunun tadımlık bir özetini sunuyor Kâğıt Helva'da. Aşk, insan, yolculuk, varoluş, inanç, zaman, yazmak, kadınlar, ben ve sen temalarının izinde, bu temalara uyan bölümlerden alıntılardan oluşan kitap, okur için hazırlansa da yazara da nereden nereye geldiğini gösteren bir izlek sanki...
- Aşk öyle dolu dizgin bir yol kat etti ki diğer kitaplarınız unutulup gitmemek için kendilerini hatırlatmak mı istedi?
- Aşk'tan sonra şöyle bir durup, kendime, geçtiğim yollara bakmak istedim. Neler yazmışım, kalemimden neler çıkmış? Hatırlamak, hatırlatmak istedim. Çünkü Pinhan'dan beri beni takip eden bir kesim de var. Biraz yazarın ayak izleri gibi. O anlamda Kâğıt Helva benim için çok özel bir çalışma.
- Sizi yıllar önce Pinhan'la takip etmeye başlayan okurların, Aşk'la keşfedenlere karşı biraz tepeden bakar gibi bir halleri var. Bu kitap, onları birleştirme çağrısı sayılabilir mi?
- Evet, sanki bir Aşk'la tanıyanlar, bir de daha öncekiler diye iki grup var. Öteden beri tanıyanlar, yeni tanıyanlara bazen kızıyor, daha çok sahipleniyorlar. Bu iki grubu yakınlaştırmak, bir süreklilik duygusu yaratmak da istedim. Ben yazarken kafamda hikâyeyi mühendislik gibi kurmuyorum, biraz da bilmeden, biraz sarhoş şekilde yazıyorum. O sarhoşluğun içinde de kendime bir yol haritası çıkarmak ve bunu beni seven, daha ruhdaş okurlarla paylaşmak istedim.
- Kitapta ilk sırayı aşk temasına vermişsiniz. Aşk, bu kadar önemli mi, varoluş amacımız mı?
- Aslında kâinatın özü, yaradılışımızın gayesi, her şeyin özü cevheri aşk, onun için birinci sırada.
- Alıntıları seçerken, 'Nasıl da değişmiş düşüncelerim?' dediğiniz oldu mu hiç?
- Evet, 'Neler yazmışım, ne kadar değişmişim? Bunu ben mi yazmışım?' diye hayret ettim. Her birini yazarken farklı bir insanmışım. Dokuz kitabımı yan yana koyup baktığımda her birinin içeriği, enerjisi, dilinin farklı olduğunu görüyorum. Ama o değişimler içinde bir ahenk var. Acaba hangi temaları daha yoğun hissedip, daha yoğun işlemişim, bu gözle bakıp, böyle bir izlek çıkarmak istedik. 10 temayla da sınırlı tuttuk. Bu temalar üzerinden alıntılarımız var.
- Yazar, her yazdığını sever mi?
- Hayır. İlk öykü kitabımı sevmem, amatörce bulurum. Ama Pinhan dönüm noktası. Pinhan'la benim beynimde başka kapılar açıldı. O günden bugüne yazdıklarımı seviyorum. Ama seviyorum demek sürekli onlarla yaşıyorum, demek değil. Sanki her kitap kendi yoluna gitmiş eski bir dostunuz, hayatını yaşamış ve seneler sonra karşılaşıyorsunuz.
- Favori kitabınız var mı?
- Benim her zaman için gönlümdeki favorim yazmadığım kitap, henüz gelmeyen kitap.
- Aşk romanından sonra size hep aşkla ilgili sorular gelmesinden sıkılmaya başladınız mı?
- Hayır, sıkılmıyorum. Çünkü Aşk'tan sonra toplumun çok farklı kesiminden, kılık kıyafetten insanla etkinlik yaptım, yakın bir temasım var. Bundan inanılmaz bir enerji, moral alıyorum. Okur, kitapla çok dolaysız bir ilişki kuruyor, sohbet ediyor, ruhdaşlık hissediyor. Yazarın şahsiyetinin hiç önemi yok. Bizde ise medyada yazara dönük bir durum var. O, yazarı yıpratıyor.
- Bu nedenle mi bazı yazarlar ortaya çıkmaktan hoşlanmazken, siz hep onlarla birliktesiniz?
- Roman sanatı o kadar yalnız bir sanat ki. Çok içsel bir yolculuk. Biz yazarken çok yalnızız, okur da okurken yalnız. Film izlerken, sergide öyle değil. Oysa roman, okur ve romancı arasındaki üçgende bir sırdaşlık var. Hep böyle değildim, seneler içinde bunun önemini daha iyi anladım.
- Bunu Salinger gibi inzivaya çekilen yazarlar da duymalı...
- Daha içe dönük, belli bir kozada yaşayanlara da saygı duyuyorum. Bir yanım öyle çünkü, yazarken en azından öyleyim. Ama kitap bittikten sonra mümkün olduğunca o kozayı kırmak gerektiğini düşünüyorum. Yoksa kendimizi zaman içinde tekrar etmeye başlıyoruz.
- Her kitapta kendinizi aradığınızı söylüyorsunuz, yolun sonunda bulacak mısınız?
- Bana varmaktan çok gitmek önemli geliyor. Hareketi, bir yerden bir yere taşınmayı, sürekli birden fazla iş yapmayı seviyorum. Bence birçok kadın böyle. Kadınlar daha yetenekli. Anne, evini çekip çeviren kadın, iş kadını olarak o kadar çok rol üst üste biniyor ki aynı zamanda havada beş altı topu dengede tutmaya çalışıyoruz.
BİZ KADINLAR BİRBİRİMİZİ ÇOK EZİYORUZ
- 'İyi ki kadınız,' mı?
- İyi ki kadınız.
- Ama kitapta Siyah Süt'ten, 'Kadınlar birbirlerine karşı nasıl da acımasız olabiliyor?' cümlesini de alıntılamışsınız... Acımasız mıyız, gerçekten?
- Çok. Bunu çok eleştiriyorum. Biz kadınlar, birbirimizi çok eziyoruz, çok yargılıyoruz. Bence şu önemli bir kriter: Bir başka kadının başarısını görmekten mutlu oluyor muyum? Bu konuda net durabiliyorsak, epey yol kat etmişizdir. Bunu yapamıyorsak, ataerkillik içimize işlemiş demektir. Çünkü ataerkillik erkeğin kadının uyguladığı bir eşitsizlik değil, aynı zamanda kadının kadına uyguladığı bir eşitsizlik. O yüzden ben kızkardeşlik kavramını çok önemsiyorum. Bizde kızkardeşlik kavramı yeterince oturmamış. Kadın dayanışma ağlarının içselleştirilmesi lazım.