Hayat, güzel bir spor
O, tam 84 senelik bir marka, üstelik daima sadelikten yana. Ama hiç sıkıcılığa düşmüyor, dinamizminden kaybetmiyor.
GÜNCELLEME TARİHİ: 26 Aralık 2017
Nedeni apaçık: Lacoste, kurucusu tenis efsanesi René Lacoste'un kodlarını izleyerek yaptığı isabetli işbirlikleri ile hep gündemde ve aynı zarafette kalmayı iyi başarıyor.
Işık Cansu Canayak
René Lacoste'unki aslında bugün pek çok kişinin kurslara, seminerlere katılarak yapmaya çalıştığı -hani şu tam da kendi markasını yaratma hikayesinin- karşılığı. Hali hazırda var olan tutkusunu önce mesleğe, ardından bunu başka bir iş koluna dönüştüren Bay Lacoste'un, tatlı bir tesadüfün eseri markasının logosu zihinlerimize öyle kazındı ki; bugün Lacoste giyen de giymeyen de o timsahı gördüğü anda neye ait olduğunu ve temsil ettiği stili bir çırpıda söyleyebilecek durumda.
Bir marka olarak Lacoste, kurucusu Bay René'nin içinden geldiği tenis kültürü kadar golf sporunda kült mertebeye ulaşmış eşi Simone Thion de la Chaume'un şampiyonluklarla dolu kariyerine de her zaman yakın durdu. Ki bu sofistike sporların getirdiği yaşam tarzının mı Lacoste'a yoksa Lacoste'un mu onlara dönüştüğünü kestirmek güç. Her biri, çok lezzetli bir pastayı oluşturan malzemeler gibi. Sanki biri olmadan diğerinin tadı ortaya çıkmıyor, hiçbir şey aynı olmuyor. Lacoste markası ile temsil ettiği kültürler arasında öylesine doğrudan bir bağ var.
René Lacoste'un Wimbledon şampiyonu olduktan sonra çekilmiş fotoğrafı
Çok kısaca özetlememiz gerekirse; henüz 15 yaşında başladığı ve adım adım onu meşhur Dört Silahşörler olarak bilinen gruba sokan efsane kariyerini sayısız Avrupa ve dünya şampiyonluğu ile donatıp 1929 yılında French Open şampiyonluğu ile zirvede bırakan René Lacoste, 1933'te yeni bir iş koluna geçerek kendi nasıl yaşayıp giyiniyorsa öyle de bir marka kurmaya karar veriyor. Ve 92 senelik uzun yaşamı boyunca da aynı stile sadık kalıyor: Kısa kollu polo yakalı tişörtler, renkli spor pantolonlar, desenden uzak sade ve sportif zarafet, rahat hırkalar, bolca renk alternatifi ile gelen gömlekler, spor ve şık saatler, yalın ve kullanışlı çantalar, hayatı kolaylaştırırken daima asil kalmayı beceren tüm parçalar kısa sürede Mösyo René'nin olduğu kadar modern Fransız stilinin uzantısı Lacoste'un da karakteristiği haline geliyor. Aslında son derece sade unsurlardan meydana gelen bir stili temsil etmesine rağmen hiçbir zaman sıkıcılığa düşmemesini ise tıpkı sporda olması gerektiği gibi, sürekli dinamik ve kendini geliştirme halinde kalmasına borçlu.
René Lacoste 1933 yılında polo yakalı tişörtü yaratarak spor giyimde devrim yaratmıştı
Şöyle de ifade edebiliriz: Lacoste'un son senelerde yaptığı işbirliklerinde -mesela sokak stilinin efsane markası Supreme ilegördüğümüz yenilikçi ruh, markasını tamamen kendinden yola çıkarak yaratan Bay Lacoste'un, "Bence kartvizitimde 'mucit' yazmalı! Hayatım boyunca hep bir şeyler icat edip durdum" cümlesine dayanıyor. Yeni bir şeyler aramaya, tazelenmeye, monotonluğu kırmaya, sürekli ileriye bakmaya duyulan bir heves bu.
Bir yandan Supreme işbirliğine girişirken; diğer yandan Yazbukey gibi çok daha niş aksesuarlar üreten butik bir markayla da kafa kafaya vermeleri ise bir cambaz gibi hem imajlarını diri tutup hem de tutarlılıklarını koruma konusunda ne kadar iyi olduklarının ifadesi.
LACOSTE SONBAHAR/KIŞ 2017-18 - LACOSTE SONBAHAR/KIŞ 2017-18
Tabii aynı anda genetiklerindeki en temel bilgiye, yani sporla özdeşleşmeye de sadık kalarak tenisin son yıllardaki dev isimlerinden Novak Djokovic'ı 'yeni timsah' olarak seçerek kendisiyle beş senelik bir işbirliği başlatmaları, French Open, Miami Open ve President's Cup gibi en prestijli turnuvaların resmi ortağı olmaya devam etmeleri de öyle. Lacoste efsanesi devam ettikçe; tenis ve golf başta olmak üzere modanın alternatif markalarıyla olan bu tarz işbirlikleri de sürecek. Çünkü modada, kortlarda ve sahalardaki kadar dinamik kalabilmenin tek yolu bu! Mottoları olan 'Hayat güzel bir spordur' cümlesi nasıl ki Lacoste'un özünü birebir ifade ediyorsa Bay René Lacoste'un sarf ettiği şu cümlenin de aynı özü belirlediğini görüyoruz: "Daima, bir önceki seferden daha iyi oynayacağımıza, hatta en iyi oyumuzu ortaya koyacağımıza inanarak devam etmek zorundayız." Bahsettiğimiz tam da bu işte.