İçinizden gelen sesi dinleyin; aşkınızın peşinden gidin!
MODA HABER

İçinizden gelen sesi dinleyin; aşkınızın peşinden gidin!

Başlı başına bir dünyadır aşk. Ya tam ortasındasındır, merkezinde ya da dışındasındır hasretinde...

GÜNCELLEME TARİHİ: 18 Şubat 2010

Şubat'ın baharı anımsatan bu güzel Pazar sabahı Alaçatı'da yürüyorum. Erkenden uyanınca kış güneşinin tadını çıkarmak istedim. Düğün gecesinin yorgunluğundan olsa gerek henüz kimse uyanmamıştı ben çıkarken. Rüzgar hafifçe yüzüme doğru esiyor, deniz kokusunu alıyorum. Bir an mutlu ediyor bu beni, denizi göremesem de yakında olduğunu bilmek güzel… Her biri diğerinden sevimli yan yana dizilmiş taş Alaçatı evleri arasındaki nüansları bulmaya çalışıyorum. Ağustos'ta kalabalıktan tek sıra halinde yürüdüğümüz Alaçatı'nın ana yürüyüş caddesinin tadını şimdi sokak köpekleri çıkarıyor. Ne de çoklar. Bense yürürken yapmayı en çok sevdiğim şeyi yapıyorum; düşünüyorum.

Daha birkaç hafta önceydi. Kızlarla dertleşirken fonda çalan o güzel şarkıya hüzünlü bir şekilde eşlik ediyordum. Aşkın, "eski radyolar gibi rafa kalktığını" ya da "çoktan masal olduğunu" mırıldanıyordum. Oysa şimdi, Alaçatı'da geçirdiğim bu haftasonu sonrasında geleceğe Fotoğraf: Özlem Demircan ve Zeynep Nefesoğlu ilişkin umutluyum. Bambaşka iki aşk hikayesi bunları bana düşündürten...

İlk hikayeyi anlatınca aslında burada bulunma nedenimi de açıklamış olacağım. Bir düğün... Yıllar önce arkadaşlıkla başlayan ilişkileri hiç beklenmedik bir şekilde aşka dönüşen bir çift bahsetmek istediğim. Karşılaştıkları her türlü zorluğa rağmen, birbirlerine olan inançlarını hiç yitirmediler. Kimi zaman sevdiklerini karşılarına alma pahasına birbirlerinin yanında oldular. Karşılıklı özenleri hiç bitmedi. Bunca yıl sonra, hala, birbirlerini gördüklerinde kalpleri çarpıyor; bunu neredeyse duyabilirsiniz. Bu çift dün gece, bugüne kadar katıldığım en samimi, en sıcak törenle Alaçat Kır evinde evlendi. Bir bakıma, günümüzde sıkça konuşur olduğumuz "artık gerçek aşk kalmadı" argümanının doğru olmadığının canlı kanıtı bu çift. Lütfen tahtaya vurun; nazar değmesin…

İkinci aşk hikayemizin başlangıcı da yıllar öncesine dayanıyor. Öğrenciliklerinden beri arkadaş olan iki İzmirli kadının işlerine olan aşkının öyküsü bu... Destina ve Ayşe Nur'un tahta boyama ile başlayan serüvenleri, önce Alaçatı'da kahvaltısıyla ünlenip kabına sığmayan bir kafe ve arkasından gelen bir butik otelle sürüyor; Alaçat Kır evi…

İşlerine aşkla bağlı oldukları her ikisinin de yüzlerinden okunuyor; otellerinin her santimetrekaresinde Fotoğraf: Özlem Demircan ve Zeynep Nefesoğlu hissediliyor. Öyle ki buraya bir otel demek haksızlıkmış gibi geliyor. Bu güzel taş bina, içine adım attığınız andan itibaren bir dost gibi sizi sımsıkı kucaklıyor; kendinizi evinizdeymişsiniz gibi hissediyorsunuz. İçeri girdiğinizde, holü geçince kır evi tarzında beyaz ahşap ağırlıklı döşenmiş kocaman bir salonla karşılaşıyorsunuz. Her köşesinde mavi ağırlıklı çeşitli aksesuvarlar, özellikle de emayelerin envai çeşidi var. Salon bir taraftan veranda ve bahçeye diğer taraftan ise mutfağa açılıyor. İtalyan filmlerinde kalabalık ailelerin oturup yemek yediği cinsten, sevimli kocaman bir mutfak bu; kuzinesi bile var. Upuzun masasında bir türlü kalkmak istemediğimiz keyifli kahvaltılar ediyoruz. Kahvaltıdaki favorimiz lor peyniriyle karadut reçeli kombinasyonu.

Salonda sürekli yanan şöminenin karşısındaki koltuklarda hararetli sohbetler ediliyor gün boyu. Güzel müzikler çalıyor. Köşedeki masada duran tarçınlı kurabiyeler hep taptaze. Hava güzel olunca verandada bahçeye karşı oturup çayımızı içiyoruz. Bahçenin yıldızı limon ağacı dallarında limonlarıyla çıtkırıldım bir manken edasıyla karşımızda duruyor. Bahçenin diğer tarafındaki küçük bölümdeki odada gelinle damat kalıyor. Duyduğumuza göre bu oda Haşmet Babaoğlu'nun da favorisi imiş. Diğer 6 oda ise kır evinde ve her biri farklı döşenmiş. Havlular mis gibi kokuyor, çarşaflar kar gibi beyaz. Bu geleneksel Alaçatı evi kelimenin tam anlamıyla "yaşıyor". Sahibeleri buraya ruh katmayı başarmışlar.

Otel, 2 gün boyunca düğün davetlilerine ayrılmış durumda. Yani tam anlamıyla biz bizeyiz. Bu, mekanınFotoğraf: Özlem Demircan ve Zeynep Nefesoğlu sıcaklığını daha da arttırıyor.

En telaşlı günümüz elbette düğün günü. Kahvaltının ardından hazırlıklar başlıyor. Ekip çalışmasıyla makyaj, geline gelinlik giydirilmesi, saçların yapılması gibi etapları sırayla atlatıyoruz. En çok yorulan gelinimizin kızkardeşi - gelin ve anneden gelen komutlara "otomatiğe bağlamış" bir şekilde yanıt vererek odalar arasında adeta mekik dokuyor. Akşam tören için salona indiğimizde, bir prenses kadar güzel olan gelinimizi damatla birlikte karşımızda görünce günün tüm koşuşturmacasını unutuveriyoruz..
Nikahın kıyılmasının ardından, düğün yemeğini yemek üzere salonun ortasında yer alan upuzun masaya oturuyoruz. Menüde enginarlı iç baklalı pilav, asma yaprağına peynirli sarılı kırmızı biber, börülce, beğendili tandır var. Herşey çok lezzetli. Yemek, sohbet , dans derken nasıl olduğunu anlamadan saatler geçiyor. Gecenin sonunda, sıra gelinin çiçeğini kapmaya geliyor. Bekarlar hepimiz sıraya diziliyoruz. Gelinin annesi, çiçeği ben kapıcam diye tutturan gelinin kızkardeşine çıkışarak "dur yavrum senden daha kıdemli bekarlar var" diyor. Sanırım beni ve iki arkadaşımı kastediyor; kendimi tutamıyor gülüyorum; evet sonunda bekarlıkta terfi ettik? Sonucu merak edenler için söyleyeyim; çiçeği, bu işi konuklar arasındaki basketçi afacana delege eden gecenin tek bekar erkeği alıyor.

Destina ve Ayşenur baştan sona düğünün her aşamasıyla yakından ilgiliydiler. Düğün buketini Destina Alaçatı pazarından birlikte aldığımız taze çiçeklerle yaptı. Yaptıkları düğün süslemelerinde yapraklara ve kır çiçeklerine mumlar eşlik ediyor. Damatla gelinin davetlilere hediyesi olan leziz ayva ve erik reçeli de onların ürünü. Ve düğün gecesi çalan Theodorakis'in Zorbasına ancak İzmir'in tatlı kadınları bu kadar güzel eşlik edilebilirdi doğrusu.

Tadı damağımda kalan bu güzel 2 günün sonunda sabah yürüyüşümü bitirip güzel bir kahvaltıyı hak etmenin rahatlığıyla eve - pardon- otele dönüyorum. Biliyorum ki aşk sen her şeye kâdirsin .Çok sevdiğim ve başucu kitabım olan Elif Şafağın "Aşk" 'ından "kırkıncı kuralı" hatırlıyorum. Diyor ki "Aşksız geçen bir ömür beyhude yaşanmıştır. Acaba ilahi aşk peşinde mi koşmalıyım mecazi mi, yoksa dünyevi, semavi ya da cismani mi diye sorma! Ayrımlar ayrımları doğurur. AŞK'ın ise hiçbir sıfata ve tamlamaya ihtiyacı yoktur.

Başlı başına bir dünyadır aşk. Ya tam ortasındasındır, merkezinde ya da dışındasındır hasretinde".


Fotoğraflar: Özlem Demircan ve Zeynep Nefesoğlu