İlham Dolu Sanat Yolculuğu
Conor Mccreedy, Güney Afrika kökenlerini ve kişisel deneyimlerini, modern teknolojilerle harmanlayarak özgün ve ilham verici bir sanat anlayışı sunuyor.
GÜNCELLEME TARİHİ: 10 Ekim 2024
Yazar: Demet Müftüoğlu Eşeli
Conor Mccreedy ile kıvılcımını çakan o tesadüfi anlardan biriydi. Ortak bir arkadaş vasıtasıyla gerçekleşen tanışmamız hızla, birbirimizin işine duyduğumuz hayranlıkla beslenen yaratıcı bir alışverişe dönüştü.
Conor’ın ustalaştığı ve “Mccreedyblue” olarak tescillediği mavi rengi kullanımı beni hemen etkiledi, ancak onu asıl hayranlıkla izlememe sebep olan, Güney Afrika kökenlerini, dünya çapındaki seyahatlerini ve yenilikçi sanatsal tekniklerini bir araya getirebilme yeteneğiydi. Güney Afrika’dan New York’a ve nihayet İsviçre’ye uzanan yolculuğu, Afrika yaban hayatı portrelerinden Roma İmparatoru çalışmalarına kadar, farklı coğrafi ve kültürel etkileri kusursuz bir şekilde birleştiren bir eserler bütününü şekillendirdi.
Conor’da en çok öne çıkan şey, denemeye olan açıklığı. İster geleneksel resim yöntemlerini son teknolojiyle birleştirmek olsun, ister heykel ve lüks iş birlikleri gibi farklı alanlara yönelmek… Hatta son çalışmaları, koleksiyoncularının bir düğmeye dokunarak tablolarını aydınlatmasını sağlayan, patentli teknolojiyi bile içeriyor. Bu da gösteriyor ki Conor’un dünyasında sanat, ifadeyle olduğu kadar, yenilikle de alakalı.
Şimdi, bu sohbette Conor’un sanatsal sürecinin karmaşıklıklarına, eserlerindeki kaos ve düzen dengesine ve yaratıcılığını besleyen kişisel ritüellere dalıyoruz. Okyanusun derinliklerini keşfetmekten antik harabelerden ilham almaya kadar, Conor’un yaratıcı arayışları çok yönlü ve derinlemesine kişisel bir hayatı yansıtıyor, aynı zamanda evrensel bir yankı uyandırıyor.
İmzanız olan “Mccreedyblue”, beş farklı mavi pigmentin birleşiminden oluşuyor. Bu eşsiz rengi nasıl geliştirdiniz ve bu sanatsal vizyonunuzda neyi temsil ediyor?
Bu rengi ve konsepti geliştirmek yıllarımı aldı. Kariyerim boyunca birçok çalışma yaptım ve kimya mühendisleriyle sayısız toplantı gerçekleştirdim. Rengin ismi ve konsepti 12 yıldan uzun bir süre önce uluslararası düzeyde tescillendi.
Sanatsal vizyonumda mavi, sükûnet ve derinliği temsil ediyor; bir dinginlik ve içsel düşünce duygusu uyandırıyor. Aynı zamanda gökyüzünün ve okyanusun enginliğini metafor olarak kullanarak özgürlüğü ve keşfi simgeliyor. Bu ton, melankoli ya da nostalji hislerini de iletebiliyor ve eserlerime duygusal karmaşıklık katmanları ekliyor. Sonuç olarak izleyicileri kendi duyguları ve deneyimleri üzerine düşünmeye davet ederek yarattığım eserlerle derin bir bağ kurmalarını sağlıyor.
Ağırlıklı olarak tek renkli çalışmak, belirli zorluklar barındırıyor. Bu sınırlı renk paletinde derinlik, duygu ve anlatıyı yaratmak için hangi teknikleri kullanıyorsunuz?
Mavi monokrom bir palet içinde derinlik, duygu ve anlatı oluşturmak için birçok sır var (hepsini açıklayamam, aksi takdirde sır olmaktan çıkarlar). Ancak, farklı mavi tonları ve gölgeleri katmanlayarak boyuta ve kontrasta katkı sağlıyorum. Fırça darbeleri, karışık teknikler veya ışık ve gölge oyunları aracılığıyla farklı dokuları kullanarak duygusal tepkiler uyandırıyorum. Kompozisyonel teknikler örneğin yönlendirici çizgiler ve odak noktaları, izleyicinin gözünü yönlendirirken renk tonlarındaki ince değişiklikler ruh hali geçişlerini ima ederek anlatıyı güçlendiriyor. Çoğu zaman, yüce ile absürt olan arasında gidip geliyorum. Bazen kalın fiber bezler ve güçlü fırça darbeleriyle kalın yağı silerek tuvalde derinlik oluşturuyorum. Bazen de ham Belçika keteni ve ince fırça darbeleriyle hassas formlar yaratıyorum. Özellikle portrelerimde çok çeşitli bir yaklaşım kullanıyorum.
Bir sanatçı, çevreci ve koleksiyoner olarak rollerinizi nasıl dengeliyorsunuz?
Hayatımı dengelemek, tutkularımı bütüncül bir pratiğe entegre etmeyi gerektiriyor. Sanatçı kimliğim, koleksiyon alışkanlıklarımı yönlendiriyor. Estetik ve temalarım ile uyumlu olan eserlere yönelirken, farklı teknikler ve anlatımları anlama becerimi de geliştiriyor. Öte yandan, koleksiyonculuk da sanat pratiğimi zenginleştiriyor; beni farklı tarzlar ve fikirlerle buluşturuyor ve her eserin arkasındaki hikayeyi derinlemesine takdir etmemi sağlıyor. Bu “simbiyotik” ilişki hem yaratım hem de küratörlük süreçlerime bütünsel bir yaklaşım getiriyor; sanatı, doğayı koruma amacına hizmet eden bir araç olarak savunmama olanak tanırken benzersiz sanatsal üslubumu da geliştirmemi sağlıyor.
Kaos teorisi sanatınızda önemli bir rol oynuyor. Bu kavramın içindeki öngörülemezliği sanatınızla nasıl dengeliyorsunuz?
Kaos teorisi, hayatımın ve temalarımın büyük bir parçası. Teorinin doğasında varolan öngörülemezliği, sanatımla dengelemek için spontane olmayı benimsiyor ve yaratım sürecinde sürpriz anlara yer açıyorum. Örneğin, mavi rengi doğrudan tuvalde karıştırmak veya plansız öğeleri üst üste eklemek gibi rastlantısallığı davet eden teknikler kullanıyorum. Ama yine de eserlerimi yönlendiren bir ana tema ya da vizyonu koruyorum. Bu yaklaşım, kontrol ve kaos arasındaki gerilimi keşfetmeme olanak tanıyor ve hayatın karmaşıklığını yansıtan yenilikçi sonuçlara ulaşıyorum. Bu öngörülemez unsurları kabul ederek, izleyiciyi alttaki desenlerle ve anlatılarla etkileşime davet eden dinamik eserler yaratıyorum.
Çalışmalarınız, soyut dışavurumculuk ile Güney Afrika mirasının kesişiminde yer alıyor gibi görünüyor. Birbirinden farklı gibi görünen etkiler, sanatsal pratiğinizde nasıl bir araya geliyor?
Mavi eserlerim, soyut dışavurumculuğu Güney Afrika ve Avrupa mirasımla birleştirerek, ifadeye dayalı formları kültürel sembolizm ve kişisel anlatılarla harmanlıyor. Soyut dışavurumculuğun akıcılığı ve spontane yapısı, derin duyguları ifade etmeme olanak tanırken, mirasım, çalışmalarıma zengin dokular, motifler ve hem Güney Afrika hem de Avrupa çevrelerini yansıtan hikayeler katıyor. Bu birleşim, Güney Afrika kültürünün canlılığı ve ritminin, Avrupa sanat gelenekleriyle iç içe geçtiği benzersiz bir diyalog yaratıyor. Sonuçta anlamlı, çeşitli etkilerin uyumlu karışımını temsil eden eserler ortaya çıkıyor.
Sanatsal yolculuğunuz sizi Güney Afrika’dan İsviçre’ye taşıdı. Bu coğrafi değişim bakış açınızı ve sanatınızı nasıl etkiledi?
Her bir yer, tarzımı etkileyen farklı kültürlere, sanatsal akımlara ve ortamlara maruz kalmamı sağladı. Güney Afrika’nın canlı renkleri ve zengin gelenekleri duygusal derinliğe ilham verirken, New York’un dinamik enerjisi deneyselliği ve yeniliği teşvik ediyor; İsviçre’nin dingin manzaraları ise hem hayatımda hem de işimde sevdiğim muazzam düzeniyle birlikte denge ve düşünme hissi sunuyor. Unutmayın, tüm kaosun ardında muazzam bir yapı vardır. İster inanın ister inanmayın, yapı muhteşem sanat eserleri yaratmanın anahtarıdır. Bu coğrafi değişim, farklı etkileri harmanlayarak sanatsal pratiğimi zenginleştiriyor ve kimlik, göç ve kültürel yan yana gelme temalarını keşfetmeme olanak tanıyor. Bu durum, bir yıl içinde dünyanın üç farklı yerinde VIP NetJets Collectors salonlarında üç benzersiz koleksiyon sergilediğimiz son Art Basel serimde açıkça görüldü. İsviçre Art Basel’deki Afrika vahşi yaşam portreleri Afrika’daki çocukluğumdan ve hayvanlara olan sevgimden esinlenmişti. Ardından Paris’teki balerin resimleri Çaykovski ve Degas’dan esinlendi ve tabii Miami’deki tropik orman resimleri de derin ormanların doğal ve mistik dünyasından ilham aldı. Bu, coğrafi etkilerin beni nasıl şekillendirdiğinin mükemmel bir kanıtı.
Dijital sanat çağında, geleneksel sanatı teknolojiyle harmanladınız. Teknoloji sanatın geleceğinde nasıl bir rol oynayacak sizce?
Son çalışmalarımdan bazılarında geleneksel resim tekniklerini yeni teknolojilerle harmanlayarak sanatıma derinlik katan benzersiz bir füzyon yarattım.
Örneğin, İsviçreli patent uzmanlarından oluşan bir ekiple birlikte çalışarak, yağlı boya dağ resimlerimi bir düğmeye dokunarak aydınlatan yeni titanyum ve alüminyum ışık teknolojisi çerçeveleri için uluslararası bir patent oluşturdum. Bu sayede müzeler, kurumlar, galeriler ya da özel koleksiyonerler aydınlatmayı kolaylıkla kontrol edebilecekler. Ayrıca bu teknoloji, dünya çapındaki sanatçıların bu yeniliği gelecekteki çalışmalarına dahil etmelerini sağlayacak. Her ne kadar geleneksel zanaat ve resim yöntemlerine daha yakın olsam ve köklerime sadık kalsam da adaptasyon ve deneyselliğin önemli olduğuna inanıyorum. Teknoloji yenilikçi yaratıcı süreçleri kolaylaştırmak, etkileşimi artırmak ve dijital alan aracılığıyla etkileşim yollarını genişletmek sanatımda her zaman önemli bir rol oynayacak.
Resimlerden heykellere ve lüks marka iş birliklerine, sanatınız çeşitli alanları kapsıyor. Bu farklı bağlamlarda tutarlı bir sanatsal vizyonu sürdürmek için hangi stratejileri kullanıyorsunuz?
Kavramsal olarak güçlü, düşündürücü heykeller yaratmayı, en yaygın ama gözden kaçan nesneleri kullanmayı ve ardından onları derin ve geniş bir anlatımla yükseltmeyi her zaman sevmişimdir.
Bu süreç, nesneye veya esere değer ve takdir katıyor; bir sanatçının çok yönlülüğünü sergiliyor. Farklı bağlamlar arasında tutarlı bir sanatsal vizyonu sürdürmek adına tutarlı bir tematik keşif, imza niteliğinde bir renk paleti ve kişisel anlatımı yansıtan tekrar eden motifler gibi stratejiler kullanıyorum. Bu temel unsurlarla her ortam ve iş birliğinin, sanatsal değerlerimle uyumlu olmasını sağlıyorum.
Günlük stüdyo rutininiz nasıl? Yaratıcı bir zihniyete girmenize yardımcı olan herhangi bir ritüeliniz veya alışkanlığınız var mı?
Stüdyo rutinleri benim için kritik bir yere sahip. Bununla birlikte, rutinim iş yüküme ve durumuma bağlı olarak değişiyor. Bazen haftalarca, hatta aylarca stüdyoya gitmediğim oluyor.
Bazen de bir eser koleksiyonunu kavramsallaştırabilmek, ilham alabilmek için seyahat ediyor ve enerji topluyorum. İdari işlerde yardımcı olan asistanlarım ve süreçlerime yardımcı olan stüdyo asistanlarım var. Liderliğim altında çalışan küçük, birbirine sıkı sıkıya bağlı bir ekip... Bu iyi yapılanmış rutin, sihir yaratmak için tamamen özgür olmamı sağlıyor. Her güne zihnimi berraklaştırmak ve isteklerimi belirlemek için “bilinçli farkındalık” egzersizleriyle ya da meditasyonla başlıyorum. Ardından, hedeflerimi gözden geçiriyorum, fikirlerimi kavramsallaştırıyorum ya da yeni konseptler için notlar alıyorum. Boyama ya da görselleştirme gibi egzersizlerle yaratıcılığa geçiş yapıyorum. Nefes egzersizleri de zihnimi sakinleştiriyor. Gün boyunca, düzenli aralar vererek düşünmeye ve enerjimi topluyorum. Fakat bazen de çalışmaya o kadar dalıyorum ki kendimi asla durduramıyorum.
Gelecek projeleriniz neler?
Bu ay Gstaad’da sergim olacak; burada patentli teknoloji çerçeveleriyle dağ tablolarımı sergileyeceğim.Arkadaşım Diana Segantini, büyükbabası Giovanni Segantini sayesinde dağ resimleriyle derin bir bağa sahip. St. Moritz’te kendi müzesi olan Diana, sergiyi benzersiz bir Soru-Cevap oturumuyla kapatacak. Şu anda, Capri Adası’na olan sevgimden ilham alarak kalın yağlı boya ile büyük Roma İmparatoru portreleri üzerinde çalışıyorum. Roma ve Osmanlı Tarihi beni etkiliyor. Bu yüzden İstanbul, Capri, Roma ve bu imparatorlukların hüküm sürdüğü diğer yerlere çok düşkünüm. Şubat ayında St. Moritz’teki Nomad Art Fair’de özel bir proje sergileyeceğim. Baharda, Türkiye’nin Ege kıyısındaki ikonik Maçakızı Hotel’de kalıcı havuz duvar resmimizi açacağız. Ayrıca Escape Magazine ile birlikte otelin ‘74 alanına girerken okunabilecek, basılı ve çerçeveli güzel bir Bodrum şiiri de sunacağız.