İstanbul-Konya hattı...
Bir seyahat ne kadar zor olabilir ki, dimi? Yani elbette bazen bazı zorluklar yaşanır yolculuklarda ama tüm insanlık âleminin bir araya gelerek yaşayabileceği her türlü saçmalığı tek bir insan, tek bir seyahatte nasıl yaşayabilir ki, dimi?
GÜNCELLEME TARİHİ: 2 Kasım 2012
Ben yaşadım… Yaşadım ama anladığım kadarıyla ömrüm yettiğince de yaşayacağım… Ben nasıl bir "saçma insan" olduğumu son seyahatimde anladım…
Ne kadar da masum bir niyetle, nasıl da kolay bir yolculuğa çıkmıştım hâlbuki…
Yalan! Kolay bir yolculuğa filan çıkmamıştım ben. Benim yolculuğa çıkışım başlı başına zordu zaten… Konumuz da o aslında…
Ben Konyalıyım… Aslında tam olarak Konyalı da değilim… Babam Konyalı… Taşkentli… Aslında Taşkentli de değil; Çetmili… Ben Gelibolu'da doğdum… Annem Antalyalı… Ben çok küçükken, babam aslen hanım köylü olduğu için Antalya'ya taşındık. Evet, bizim ailenin kadınlarıdır ilişkilerde "otoriteyi sağlayan kısım" olan. Enişteler filan hep hanım köylü bizim ailede… Annem, teyzelerim, kuzenlerim filan hepsi birer otoritedir ilişkilerinde, evliliklerinde… Henüz üzerinde otorite kuracağım bir adam bulamadığım için benim onlardan farklı olduğumu, son derece sessiz ve sakin bir kadın olup; hayat felsefemin "Ben bilmem beyim bilir" olduğunu içtenlikle ilgililere duyurmak isterim… İyi bir kadınım ben… Ağzım var, dilim yok… Kan kusup, kızılcık şerbeti içtim demişliğim bile vardır… Vallahi… Hazır konu açılmışken; benim ailenin diğer kadınları gibi "dediğim dedik" olmadığımı da belirtmek istedim niyeyse…
Neyse…
Fark ettiğiniz gibi yine konuya odaklanamıyorum ama belki de bu sefer konudan özellikle kaçıyorumdur. Çünkü onca saçmalık nasıl anlatılır bilemiyorum… Yalan! Elbette biliyorum… Bu kadar yüksek bir zekâ seviyesi ve böyle bir yetenekle tabii ki biliyorum neyi, nasıl anlatacağımı ama dürüstçe söylemek gerekirse utanıyorum yaptığım saçmalıkları anlatmaya… Bu arada fark ettiyseniz, son derece sessiz ve sakin bir kadın olmamın yanı sıra oldukça da alçakgönüllüyüm… Zaten beni bu denli kusursuz yapan da bu kadar mütevazı oluşum bence..
Neyse…
Babam, yıllar yılı tüm bayramları annemin memleketinde ya da annemin tercih ettiği yerlerde geçirdikten sonra tüm cesaretini toplayıp "Ben Kurban Bayramı'nda köye gitmek istiyorum" dedi bundan aylar önce… Soluğumuz kesildi babamın cesareti karşısında… Nefes alamadık şaşkınlıktan… "Bu adam benim babam" dedim içimden gözlerim gururdan dolu dolu olmuş şekilde… "Meğer ne cesur bir adammış benim babam" dedim göğsüm kabararak… Dört yaşındaki yeğenim bile ortamdaki olağanüstülüğü fark edip, tırmandığı avizeden aşağı atladı o anda ve hemen bir köşeye geçip oturdu… O derece tuhaftı her şey… Aslında şimdi düşününce anlıyorum ki; o derece tuhaf başlayan bir hikâyenin devamının da yaşandığı ölçüde abuk olması çok şaşırtıcı değilmiş… Elbette ben bunu şimdi sakin kafayla düşününce anlayabiliyorum…
Neyse…
Babam cesaretinin karşılığını hemen o anda alamadı… Annem o anda babamı duymamış gibi davrandı ve "Salatayı yap istersen artık da yemeğe oturalım" dedi babama, televizyonda seyrettiği programdan gözlerini ayırmadan… Babam da yaptığı fevri çıkışın geçiştirilmiş olmasından dolayı belli ki rahatlamış bir şekilde tekrarlamadı isteğini… Belli ki o da laf ağzından çıktıktan sonra "Ne yaptım ben be; inşallah duymamıştır" diye düşünmüştü… Konu orada kapandı, o an için…
Sonra biz, yani iki abim, eşleri ve kuzenlerim, "Gerçekten köye gidelim bayramda" diye düşündük ve anneme bu arzumuzu telefonda ilettik… Telefon her zaman daha temkinli bir araçtır anneme dileklerimizi iletmemiz için. Bir de zaten annem, biz herhangi bir şey istediğimiz zaman karşı çıkmadığından sorunsuz bir şekilde kabul ettirdik arzumuzu… Canım babam, hala annemi kendi keskinliğinin ve ani çıkışının ikna ettiğini sanıyor; biz de ses çıkartmıyoruz. Elbette belli bir noktada babama "Baba, sen istediğin için değil, biz istediğimiz için gittik köye" diyeceğiz çünkü kazandığı gereksiz özgüvenle yeniden ani bir çıkış yaparsa ve biz yanında olmazsak annem, o ani çıkış hakkında yaklaşık olarak 8 ay filan konuşabilir… Ben öyle değilim ama gerçekten…
Neyse…
Karar verildi ve köydeki otelden yerimizi ayırttık… Son derece basit bir program yapıldı… O kadar basitti ki program; zekâ seviyesi 50'nin altında olan bir insan bile tek başına bu planı uygulayabilirdi sorunsuz bir şekilde… Belki de benim bu programı uygulayamama nedenim fazla zekâdan kaynaklanıyordur, bilemiyorum…
Neyse…
Ben İstanbul'da yaşıyorum. Ailemin geri kalanı Antalya'da yaşıyor. Kuzenlerim de Ankara'da yaşıyorlar. Ulaşmak istediğimiz nokta ise Konya'nın Çetmi Köyü…
Ailemin geri kalanı arabaları ile Antalya'dan köye gideceklerdi –ki gittiler; ben de İstanbul'dan Ankara'ya geçip, kuzenlerimle beraber onların arabasıyla köye geçecektim. Ankara- Konya arası çok yakın olduğundan ve kendimi az yormak istediğimden muhteşem bulmuştum ben bu planı… Basitti de üstelik…
Çarşamba sabahı, yani arife günü sabah Ankara'dan Konya'ya doğru yola çıkacaktık. Bu durumda ben, Salı gecesi Ankara'da olacaktım ve o gece kuzenlerimle vakit geçirip, sabah erken hareket edebilecektik. Antalya'dan gelen ekiple aynı anda otele varmış olacaktık… Ne güzel düşünmüşüz aslında…
Salı akşamı için Ankara'ya uçak bileti aldım ilk iş olarak. Buraya kadar bir sorun yoktu. En azından bana göre bir sorun yoktu. Benim için Salı akşamı, ekim ayının 22'siydi ve ben ayın 22'sine bilet almıştım. Bitmişti benim için her şey. Bu arada benim "sabitlenmek ve karşımdakini dinlememek" gibi bir sorunum vardır ezelden beri… Karşımdaki insan bana "22 Ekim Pazartesi akşamı için işlemi onaylıyor musunuz?" diye sorduğunda bile ben onu kendi bildiğim gibi dinlerim. Hep öyle yaptığım için yine öyle yapmıştım ve Salı akşamı için bilet aldığımı sanarak pazartesi akşamına bilet almıştım… Almışım daha doğrusu; ben bunu çok sonra fark ettim…
Neyse…
Pazartesi akşamı, güzel güzel oturdum evimde… Leyla ile Mecnu'nu izledim… Çok seviyorum ben o diziyi… Çok komik… Neyse…
Erkenden uyudum ben o gece… Hayatımda ters giden bir durum yoksa güzel uyurum ben… Başımı yastığa koyduğum anda uyurum bebekler gibi… Pazartesi akşamı da uyudum nitekim… Rüya bile gördüm… Görüp, göreceğim son huzurlu rüya olduğunu bilmeden yaşadım rüyamı… Çok güzeldi… Eski sevgilim Kaan palmiye ağacına dönüşmüştü rüyamda ve böceklendiği için belediye tarafından kesilip, yakılıyordu… Öyle hoş ve bilinçaltımı yansıtan bir rüyaydı… Aslında hazır konu açılmışken Kaan'ı da anlatmak isterdim ama çok uzayacağı için onu sonraya saklıyorum… Hayır yani bu konuda konuşmaya ihtiyacım olduğu için veya hala bunu atlatamamış olduğum için filan değil sadece paylaşmak için anlatırım… Yoksa bu konuyla ilgili bir sıkıntım yok çok şükür… Kaan'ı da affettim ki zaten ben… Öfkeli değilim ki ben Kaan'a… "Sümüğü kurumasın inşallah" diye sürekli Kaan'a beddua ediyor olmam, ona hala öfkeli olduğum anlamına gelmez ki… Vallahi geçti öfkem… Afetlere gelesice Kaan!
Neyse…
Salı sabahı uyandım ve mesajlarıma bakarken acı gerçeği fark ettim… Daha önce okumaya gerek duymadığım ve havayolu şirketinden gelen mesajı bir okuyayım istedim o anda… Hani ben o akşam Ankara'ya uçacağımı sanıyorum ya güzel aklımla; işte belki de uçuş saatini teyit filan etmek istedim kendimce… Mesajı okurken gözüm tarihe ve güne takıldı ve çığlıklar atarak yataktan fırladım… Evin içinde, koşarak 5 tur attıktan sonra sakinleşip yeniden yatağa yattım ve düşündüm… Bu arada evim küçük olduğu için fazla yorulmadım koşarken… Az yoruldum… Küçük bir evde yaşıyor olmanın da böyle faydaları olmuyor değil…
Neyse…
Bayram öncesi bilet bulmanın mümkün olmadığı bir memlekette, ben bulduğum bileti yakmıştım… Giden paraya mı üzüleyim yoksa üzülmeyi bırakayım da kalkıp, yeni bir bilet arayayım diye 1-2 saat düşündükten sonra kalkıp, yeni bir bilet aramaya karar verdim… Hatta kararımı da hemen uygulamaya koyup, aradım… Buldum da üstelik… Ta ilk baştan beri planladığımız gibi Salı akşamı Ankara'ya uçmak üzere bilet buldum… Geç bir saatte uçacak olmak da çok güzeldi üstelik… Uçağı kaçırma riskim azdı… Elbette söz konusu insan ben olduğum için "o risk hiç yoktu" demiyorum. Vardı ama azdı… O akşamın ilerleyen saatlerinde tabii ki öğrendim; küçük olasılıkları "olur" hale getirebildiğimi ben…
Salı günü çantamı hazırladım… Evimi toparladım… İlk etapta fazla bir riske girmemeye karar vererek evde oturup, havaalanına gitmek üzere beklemeye başladım… Yaradılışımdan kaynaklandığını tahmin ettiğim bir huyum var benim… Huzur ve güven, bozar beni… Batar bana yolunda giden durumlar… Huzurla huzursuzlaşırım ben… Bu özelliğimden ötürü yerim dar gelmeye başladı ve harekete geçtim… Hatta Facebook'taki sayfama da "-Risk yoksa eğlence de yok- dedikleri için bugün de uçağı kaçırmak için elimden gelen her şeyi yapmak istiyorum... Bu sebeple "bir kadehten" bir şey olmayabilir mantığımı devreye sokuyorum..." yazmışım o akşam bir ara… Yapmışım yani bunu da… Tahmin edebileceğiniz gibi bunu yazdıktan sonra uygulamaya da koydum ve uyguladım… Riskin eğlenceye dönüşmesini umarak başladığım aktivitem, kendimi havaalanı yolunda taksiciye "Abi n'olur bas biraz; uçak kaçıyor" diyorken bulmamla kâbusa dönüşmüştü… Göz göre göre; neredeyse bilinçli bir şekilde kaçırdım ben o uçağı… Gitti uçak… Uslu uslu evimde oturup, beklesem yakalayacağım uçağı, sırf huzur bana battığı için kaçırmıştım…
Deli gibi yağmur yağıyordu o akşam İstanbul'da… İstanbul'da yaşayanlar hatırlarlar… Deli gibi yağmurlu havada, havaalanına girmeye bile gerek duymadan döndük taksiciyle geriye… Çünkü zaten uçağın kaçtığını anladığım anda, tüm havayolu şirketlerini arayıp, o gece ve ertesi sabah erken saatlerde olan tüm uçuşlara bakmıştım ve yer bulamamıştım… Bayram öncesi olduğu için hiç yer yoktu… Gözlerim dolu dolu oldu stresten ama o an için ağlamayı ertelemeye ve çözüm bulmaya karar verdim… Çarşamba sabahı Ankara'da olmak zorundaydım ve ne anneme, ne de babama "Sevgili annem ve babam, ben bir geri zekâlıyım ve iki günde iki bilet yaktım; başka da yer bulamadığım için ben sizinle köye gelemiyorum" demek istemiyordum. İstememekten ziyade bunu söylemeye korkuyordum açıkçası… O yüzden taksiciyle beraber Ankara'ya gitme yolları düşünmeye başladık ve tek seçeneğimizin otobüslere bakmak olduğuna karar verdik… Aslında zaten toplamda 5-6 saat süren bir yolculuk için çok da zor olmazdı otobüsle Ankara'ya gitmek… Deliler gibi otobüs şirketlerini aramaya başladım. Bu arada Deliler gibi diye yazma sebebim, konuyu pekiştirmek değil; gerçekten deli gibi davrandığımı belirtmek istememden kaynaklanıyor…
Neyse…
Deliler gibi sağı, solu arayarak bilet bulmaya çalıştım… Elbette hiçbir şirkette yer yoktu… Onlarca telefon açtıktan sonra nihayetinde bir şirkette yer buldum… Şansım dönmeye başladı diye de sevindim açıkçası… Çok sevindim… Zaten bilet bulduğum o şirketle konuşan bir arkadaşım vardı benim daha önceleri. Hep çok iyi şeyler söylemişti o şirket için ve "Yaşasın çok iyi bir şirketle gideceğim hem de sabah Ankara'da olacağım; ne var ki 6 saatte gidecekse, uyurum yolda, bir şey olmaz ki" diye sevinç cümlelerimi sıraladım içimden… Sevinçten içim içime sığmıyordu… Nihayet her şey yoluna girmişti… Taksiciye "Abi, Alibeyköy'deymiş bunun terminali; oraya gideceğiz" dedim… Benden tamamen sıtkı sıyrılmış taksici, trafiğin ve yağmurun izin verdiği hızla götürdü beni Alibeyköy'e…. Bu arada ben 5 senedir İstanbul'da yaşadığım halde Alibeyköy'ün, Silivri taraflarında filan olduğunu sanıyordum; değilmiş
Neyse…
23.30'da hareket edecek olan otobüsüme, yarım saat öncesinde kendi rekorumu kırarak yetiştim ben o gece… Çok mutluydum… Yani taksi durduğu anda ne kadar mutluysam ve ne kadar doğru bir hareket yaptığımı düşünüyorsam; taksinin camından dışarı baktığım anda aslında belanın merkezine düştüğümü anladım ama yapacak bir şeyim olmadığı için indim taksiden… Zaten ben inmesem de taksici zorla indirirdi bence beni ama neyse; konu o değil… Deli gibi yağan yağmurun izin verdiği ölçüde, taksinin camın gördüğüm manzara inanılmazdı… Abartısız yüzlerce insan duruyordu terminalde… Altına saklanabilecekleri bir saçak bile olmadığı için birbirlerine sokulmuş vaziyette duran yüzlerce insan ıslanarak duruyorlardı orada… Otobüs kültürüm çok zayıf olduğu için taksiciye "Aaa, bunların hepsi benim bineceğim otobüste mi yani; nasıl sığacaklar ki" diye sordum başıma geleceklerden endişe ederek. Beni bir an önce hayatından çıkartmak isteyen taksici abi ise "Evet, evet… Birazdan gideceksiniz; hadi in de kaçırma otobüsü" diyerek beni taksiden fırlatıp attı ve arkasına bile bakmadan uzaklaştı oradan… Elimde çantamla yağmurun altında kalakalmıştım… Sudan çıkmış balık misali önce ne yapacağımı bilemedim ve 1-2 dakika kadar kıpırdamadan durdum orada… Neden sonra kendime gelerek, insanlarla iletişim kurmam gerektiğini karar vererek kalabalığa yaklaştım…
Konuşabileceğime karar verdiğim bir kadına yaklaşarak konuşmaya başladım… Ben, beni tanımayan insanlarda, itici olduğum yönünde bir intiba uyandırırım genelde… Bunu bildiğim için tüm şirinliğimi takınarak yanaşmıştım kadına… Tüm iyi niyetimle ağzımı açtım ve ıpıslak kadına "Siz ne yapıyorsunuz burada be" dedim istem dışı bir şekilde… Neyse ki; yağmur suları kulağına da kaçtığı için ifade şeklimi tam olarak duyamadı ve ben "Pardon, siz neyi bekliyorsunuz" diye tekrarladım sorumu… Saat 20.00'de kalkması gereken İzmir otobüsünü bekliyormuş o kadın! Meğer saat 20.00'den beri tüm seferler sarktığı için birikmiş yüzlerce insan oraya ve orada yaşamaya başlamışlar… Yani benimkinden önceki seferler bile yola çıkmamışken benim orada geçirecek çok uzun saatlerim vardı… Önce tüm yabaniliğimle tek başıma ıslandım… Bir süre sonra tek başıma ıslanmamın gereksiz olduğuna karar vererek, bir gruba yanaştım… Onlar uzun zamandır orada oldukları için kaynaşmışlardı ve samimilerdi ama tüm afetzedelerde olduğu gibi bizlerde de insani duygular ön plana çıktı ve beni de aralarına çabucak aldılar… Hemen kaynaştık… Arkadaş filan olduk… Hatta Mecidiyeköy'de bir şirkette muhasebeci olarak çalışan Nurten'e Kaan'ı filan anlattım galiba bir ara… Neyse… Aralarda onlara çaktırmadan abimleri filan arayıp "Allah kahretsin, benim burada ne işim var; uçak bulun bana" diye çemkirdiğim filan oldu ama onlara belli etmedim elbette… Neyse…
Saatler geçti; sinirler doruğa ulaştı… Kimler geldi, kimler geçti o arada hayatımızdan… Grubuma bir teyze katıldı mesela bir ara… 60 yaşlarında, gamlı baykuş diye tabir edebileceğimiz yapıda bir teyzeydi… Teyzenin her konuda bir fikri vardı mesela… Doğuştan bilirkişiydi o teyze… Herkese ne iş yaptığını soruyordu ve aldığı her cevaba, mümkün olduğunca acımasız yorumlar yapıyordu… Ve elbette her meslekle ilgili de bir anısı vardı… Öğretmenim diyene; muhasebeciyim diyene, kimya mühendisliği okuyorum diyene; ev kadınına; butik sahibine yani herkese ama herkese verecek bir cevabı ve anlatacak bir anısı vardı teyzenin… Herkesle konuşup, herkesin ruhunu öldürdükten sonra bana takıldı teyzenin gözleri… Biliyordum ki benim mesleğimi de soracaktı ve "yazarım" dediğim anda beni intihara sürükleyecek şeyler anlatacaktı bana… İçimden hızlıca düşündüm… Bazen hızlı düşünebiliyorum ben… Nükleer fizik mühendisiyim desem bile konuyu sündüreceğini bildiğim için alabileceğim en doğru kararı aldım ve beklemeye başladım… Çok beklememe gerek kalmadım "Siz ne iş yapıyorsunuz" dedi bana burnunun ucundan sular akarak… "Fahişeyim ben" dedim hızlı ve net bir şekilde… Bütün grup sustu… Teyzenin gözleri kocaman açıldı ve sadece yutkundu… Yani kimya mühendisliğinde okuyan kıza dediği gibi "Eltimin torunu da kimya okudu, bir halt olmadı" deme ihtimali yoktu bana… Ne bir anı anlatabilirdi, ne de soru sorabilirdi… Nitekim öyle oldu ve kekele kekeleye "Benim otobüsüm geldi galiba" diye kem kümledi ve kayboldu ortadan… Sonra daha türlü çeşitlerde insanlar tanıdım… Mesela; aslında Ankara'ya arabayla gitmeyi düşünen ama son anda otobüsle gitmeye karar veren bir aileyi "Hadi sizin arabayı alalım, gidelim; benzin parası benden" diye ikna etmeye çalıştım bir ara… Ailenin babası ve oğulları Oğuzhan'ı ikna ettim hatta ama evin annesi kocası çok hızlı araba kullandığı için istemedi, ben de ısrar edemedim haliyle Zaten kadının otobüsle gitmek istemesinin nedeni de adamın kötü araba kullanmasıymış… Neyse…
Saat 3 buçukta binebildim ben otobüse… Daha İstanbul'dan çıkmadan, neredeyse bir haftalık bir Avrupa turuna katılabilecek kadar parayı yaktığım biletlere harcamış bir insanın olmanın ağırlığıyla bindim otobüse… Sonrasında ne yanımda oturan çocuklu kadın, ne diğer koltukta horlayarak uyuyan adam, ne kırık koltuğum, ne bacağıma dökülen kaynar kahve etkilemedi beni… Çıtımı çıkartmadan oturdum… 6 saatlik yolculuk 10 saat filan sürdü… Hep sustum… İçimden kendime küfrettim… Ama dışarıya belli etmedim… İlk başta da dediğim gibi susmasını bilen bir kadınım ben…
Sabah, daha doğrusu öğlen, kuzenim karşıladı beni… Ona sarılıp, yarım saat kadar filan ağladım ama fazla uzatmadım konuyu… O günden beri daha da sessiz bir insan oldum ben zaten… Boş bakıyorum o günden beri… Bakmıyorum bile belki de… Duruyorum sadece…
Ankara- Konya arasını ve Konya'dan İstanbul'a nasıl Antalya üzerinden dönebildiğim kısmını ise daha sonra anlatacağım… Şimdi bunları yazınca ağır geldi birden… Uyuyup, sakinleşmem gerekiyor…
Haftaya "Kaan Asmaca" başlıklı yazımda görüşmek üzere… Hayır, hayır; öfkem geçmediğinden değil, sadece paylaşmak amacıyla yazacağım…
Sevgilerimle,




