Jeff Koons ile sanat tarihi dersi
MODA

Jeff Koons ile sanat tarihi dersi

Sanat dünyasının pop yıldızı, Louis Vuitton ile son işbirliğinde yer verdiği başyapıtları kendi ağzından anlattı.

GÜNCELLEME TARİHİ: 25 Aralık 2017

Fotoğraflar Mark Seliger

Monet, van Gogh ve diğer ustaların işlerini el boyaması reprodüksiyonlarla yorumladığı Gazing Ball serisi, Jeff Koons'un Louis Vuitton ile ikinci işbirliğine ilham verdi ve markanın Speedy, Keepall, Neverfull gibi ikonik tasarımları, başyapıtlarla buluştu. Koons, sanat tarihçisi Joachim Pissaro ile yaptığı sohbetin sonucunda sanatçılar arasındaki yaratıcı bağı ve görünmez diyalogları bizlerle paylaşıyor.

Sanat tarihi benim için hep önem taşımıştır. Toy yıllarımda sanat tarihinden bihaberdim; ne zamanki eğitimini almaya başladım, bu alanın insanlıkla iç içe olduğunu öğrendim. İlk sanat tarihi dersinden sonra felsefe, psikoloji ve estetik algı gibi duyguları harekete geçiren farklı hümanist konularla bağ kurabileceğimi anladım ve çok geçmeden bu konular benim ilgi alanım oldular. Kendime 'İnsan olmak ne demek? İnsanlığın potansiyeli nedir? Sanat aracılığıyla nasıl daha bilinci yüksek varlıklar olabiliriz?' gibi sorular sorar oldum. Sanat tarihi aslında tam da bunlara cevap bulmama yarıyordu.

Gençliğimde benim jenerasyonumun Avrupalı sanatçıları, sanat tarihi konusunda olumsuz bir tavırla konuşup bana "Bir Amerikalı sanatçı olarak sanat tarihinin yükünü sırtında taşımıyorsun ve bu da sana Amerikalılara özgü hareket ve düşünce özgürlüğü veriyor. Daha açık ve güçlü adımlar atabiliyorsun." türünden cümleler kurarlardı. Benim içinse tam tersiydi. Bir Amerikalının gözünden Batı Avrupa sanatına baktığımda, örneğin Manet'nin ancak Titian, Velázquez, Watteau ve Goya gibi isimlerin farkındalığıyla Manet olduğunu görüyor, bu ilişkiyi kurabilmenin güzel bir şey olduğunu düşünüyordum. İnsanın kendinden daha yüce bir şeyle ilgilenebileceğini gösteriyordu...

Geçtiğimiz yıllar içinde yaptığım eserlere bakınca sanat tarihiyle aramdaki ilişkiyi daha net görebiliyorum. Ben hep bir çeşit gestalt hissi olan işler yaratmaktan hoşlanmışımdır ve pek çok eserimin dadaizm, sürrealizm veya klasisizmle direkt bağı vardır. Banality serimden, Michael Jackson and Bubbles adlı esere baktığınızda, -Rönesans heykellerinde, örneğin Michelangelo'nun Pieta'sında olduğu gibi- üçgen konfigürasyon fark edeceksiniz. Ayrıca barok ve rokoko ile de çok ilgilenmişimdir. O süreçlerimde bana sanki her şey bir çeşit pazarlık aşamasından geçiyor gibi gelir, bazı stillerin nasıl insanların ihtiyaçlarına cevap vermek için yaratıldığını gösterirdi. İtalya veya Güney Almanya'da, devasa bir barok kiliseye girin; cebinizde tek kuruş olmasın, size yine de hiçbir şey için endişe etmemeniz gerektiği, önemli olanın bir tas çorba ve başınızın üstündeki çatı olduğu düşüncesi gelir. Çünkü altın ve gümüş varaklar ile bitki, hayvan ve melek figürleriyle dolup taşan doğa motifleriyle bezenmiş o ihtişamlı dekor, size sanki tüm ihtiyaçlarınızın karşılandığı hissini verir, endişeler yok olur giderler. Güç ve bolluğu böylesi bir görsel deneyimle tatmak, kişide kendinden geçme durumuna yol açar – artık çevrenizden gelecek herhangi bir tehdidi hissetmez olursunuz. İşte bu tam da sanatımda ulaşmak istediğim şey...

Yakın geçmişte Walter Isaacson tarafından Aspen Institute'te düzenlenen, Leonardo da Vinci üzerine bir konferansa katıldım. Konuşmacılar, Martin Kemp ve Luke Syson gibi da Vinci uzmanı akademisyenlerdi. Mona Lisa'nın neden bir ikon olduğu üzerine çok konuşuldu. Fakat bu organizasyondan yaptığım çıkarım Leonardo'nun doğa ve bireyle arasında kurduğu ilişkiydi. Mona Lisa'yı yakından incelediğinizde, akışkan dinamiği gözlemlersiniz. Fizik deneyleri ve otopsi incelemeleriyle Leonardo akışkan dinamiği yani kanın vücutta tıpkı suyun nehirde akışı gibi dolaştığını fark etmiş. Bu doğal fenomenin düzenini, saç tellerindeki hareketin arka plan ile etkileşiminde olduğu gibi, bu tabloda tasvir etmiş. İşte, Mona Lisa'daki doğa ile bir olma duygusu bu eserin ilgi alanıma girmesindeki başlıca sebep.

Kendi işlerimde, sanatsal bağlılığı koruma önceliğiyle, hep doğa ile bir olma fikrine dönmek istemişimdir. Sanat tarihi okuduğunuzda, her sanatçının birbirine gönderme yaptığını fark edersiniz; Rubens'in Tiger Hunt eseri, da Vinci'nin kayıp eseri The Battle of Anghiari'ye bir göndermedir. Bizler Rubens'in resmi aracılığıyla bu tablonun neye benzediği hakkında bir fikir ediniriz. Rubens'in da Vinci'nin kompozisyonundaki dinamiği yansıttığı aşikardır, tabii bu arada da Vinci'nin kendisi de Verrochio, Uccello ve Masaccio'yu referans almaktadır. Yani bütün bu isimler ve çalışmaları, birbirleriyle bir ilinti içerisindedir. Gazing Ball adlı serim de aslında bu ilişkiyi günümüze taşıyor. Louis Vuitton Masters koleksiyonunun da aynı hayranlığı yansıttığını söyleyebilirim.

İLHAM ALMA SANATI

Bir sanatçı olarak üretim biçimime baktığımda çok içgüdüsel, katıksız bir seviyede çalıştığımı görüyorum. Uzun süredir cam küre ile çalışmak istiyordum. Yansıtma özelliği olan, aynalı yüzeye sahip bu cam objenin tarihi 13. yüzyıl Venedik'ine dayanıyor. Yeniden gündeme gelişi ise Bavyera Kralı II. Ludwig'in hakimiyetindeki Almanlar ile gerçekleşmiş. Ben de büyük bir Alman nüfusunun yaşadığı Pennsylvania'da büyüdüm; çocukken insanların bahçelerinde cam küreler görür, bu objeleri bir çeşit eli açıklık olarak yorumlardım. Cam küre bir çeşit bilgi kaynağıdır çünkü 360 derece açıda yansıtma özelliğine sahiptir; size tam o sırada evrende nerede olduğunuzu gösterir. Ancak felsefi düşündüğünüzde, örneğin Platonizm'de, dairesel form en saf olandır; küresel objeler dünyayı en basit şekliyle yansıtırlar.

Gazing Ball serime başlamayı düşünürken, gerçekten sevdiğim sanatçılara bir saygı duruşunda bulunmak için onları bu hem basit hem de bilge olan küreyle yan yana getirmek istedim. Sanat üretimine de çok içgüdüsel yaklaştığım için tabloları çok basit bir şekilde, hangi sanat eserleriyle çevrili yaşamak istediğimi düşünerek seçtim. Sonuçta Manet'nin Kırda Öğle Yemeği veya Olympia gibi bana bilgi veren eserler öne çıktı. Seçtiğim her resim Batı Avrupa sanatıyla örtüşüyordu ama aynı zamanda benim sanatsal DNA'mdan izler taşıyordu. Benim için hayati önem taşıyan eserlerdi bunlar. Birer cam küre ile eşleştirmek metafizik ve zaman bağlamında onları yüceltiyordu. Cam küre, 'burası ve şimdi'yi yansıtmakla kalmıyor; sizi yani izleyici de gösteriyordu. Yani resme ayna tutarken bir yandan da varlığınızı tanıyor, size zamanda yolculuk imkanı tanıyarak Manet ile 19. yüzyıl Parizyen yaşantısını deneyimletiyordu. Aynı zamanda Manet'nin hümanist yanı sayesinde sanatçı ve dolayısıyla da bana ilham veren kahramanları, akıl hocalarını dile getiriyordu. Kendimi, içinden çıkılamaz bir şekilde işte bu zengin ve bilgi dolu hümanist döngüyle tanımlar oldum.

Masters'da yer alan her çalışma önce Gazing Ball serisi ile kaplıydı. Ancak bu koleksiyon çok daha küçük boyutlardaydı, ben de dengeli diyalogu mümkün kılan görseller düşünmeye başladım ve böylece daha duygu yüklü imajlar seçer oldum. Örneğin Boucher'nin Dinlenen Kız'ına yer verdim ama aynı seride Monet'nin Nilüferler'i de yer aldı. Çantalar bir yerde benim Gazing Ball serimle aynı göreve sahiptiler. LV ve KJ başharfleri arasındaki oyun ve Tavşan çalışmamın bir yorumu ile (her çantaya tavşan formlu deriden bir tag eşlik ediyor ve Koons'un 1986'da imza attığı paslanmaz çelik heykele gönderme yapıyor) çantaları, kişisel sanat çalışmalarımdan biri olarak düşünebilirsiniz. Ancak aynı zamanda bu çalışmaların minimal boyutları, aslında benimle birebir alakalı olmadığını da gösteriyor. Koleksiyon, benim yaratımımla değil, hümanizmi deneyimlemekle, sizin insancıl yanınızla ilgili. Van Gogh, Gaugin, zonet veya Turner, hangisi olursa olsun fark etmez; kendinizi bu sanatçılara teslim etmekle ilgili. Çantaların içinde, deri üzerine baskı halinde seçilen sanatçıya ve bana ait biyografiye yer alıyor. Ve bunlara sanatçının portresi eşlik ederken beni sadece Tavşan'ın motifi tasvir ediyor. Yani sanatçı, çanta ve beraber temsil ettikleri işin asıl odak noktası. Bu çantalardan biriyle sokakta karşılaşan birisinin "Bu çantanın sahibi kesin müzeye gitmeyi seviyor!" diye düşüneceğini sanmıyorum. Ben gören kişide, çantanın sahibi hakkında hümanizmin gerçek bir destekçisi olduğu düşüncesi uyansın isterim. Zira bu çantaları tercih edenler aslında bizi biz yapan bağlarımıza, dünyaya şekil verenlerin seleflerimiz olduğuna ve gelecek nesillere daha iyi bir dünya şansı yarattıklarına inanıyorlar. Tüm bunlar geçmişe saygı duymayı, anda yaşamayı ve aynı zamanda geleceğe şekil verme çabasını gerektiriyor. Burada asıl konu zaman. Yansımaya yol açan, parlak Monogram detayları ve duyguları harekete geçiren materyallerin kalitesini düşünün; 'şimdi ve burada'sınız. Ama çantayı açıp sanatçının doğum ve ölüm yıllarıyla karşılaştığınızda ve resimdeki çatlakları fark ettiğinizde (çantalar üzerine taşınan her imaj orijinal tablonun birebir reprodüksiyonu) kendi faniliğiniz odak noktası oluyor.

Sonuç olarak benim için sanat tarihi demek diyalog demektir; dahil olmanın bir çeşididir ve kültürel tarihin merkezinde yer alan ilişkilere duyulan sevgidir.

MASTERS ÇANTALAR
Koons bu yazıda, çantalar üzerine taşıdığı eserlere duyduğu sevgi hakkında şunları söylüyor: "Boucher'nin Dinlenen Kız eserini sık sık Münih'teki Pinakothek'te ziyaret ederim. Şu ana kadar resmedilmiş en arzu uyandıran tablo olarak beni her seferinde etkisi altına alır. Gauguin'in Delightful Land tablosu ise Havva'nın anlam yüklü bir tasviridir; sanatçının sembolizmi ve rengi kullanarak kişisel ikonografisinin yansımasıdır. Manet'ye gelirsek; o benim için en önemli sanatçılardan biri. Kırda Öğle Yemeği ile Manet, Titian'ın Pastoral Konser'ine ve Raphael'in bir çizimini referans alan Raimondi'nin Paris'in Yargısı'na gönderme yapar. Monet'nin Nilüferler tablosu ise gelmiş geçmiş en duygusal doğa resimlerinden biri bence. Somut ile soyut arasında gelip gider. Antik çağlara ve ışığın en güzel kullanımına gönderme yaptığı için Turner'ın Antik Roma eseriyle de çalıştım. Mutluluk verme gücüne sahip nadir imajlardan biridir." Ek metin, Kelly Jost