Baksana, kelimeler havada uçuşuyor…! Pervasızca bırakmışlar, onları… Pervasızca, ziyan etmişler…
Birleştirmeye çalışsan da, nafile… Elinde hep aynı cümleler var… Aynı kelimelerin aynı cümleleri…!
Eskiden paha biçilmezken, artık orta malı olmuşlar… Değerleri gitmiş, içleri boşalmış…!
Herkesin ağzında sakız olmuş bu kelimeleri, hadi şimdi siz çiğneyin diye veriyorlar ağzımıza… Çürümeye yüz tutmuş sakızı, etrafın dayatmalarıyla bir güzel çiğnemeye başlıyoruz. Sonra da bu koku nereden geliyor diye soruyoruz birbirimize… Çürümüşlüğün kokusu içimizi kapladıkça, kelimeleri tüketmek de kâfi gelmemeye başlıyor ve sonunda tüketim, bir çeşit deliliğe dönüşüyor. Öyle bir delilik ki bu, önümüze çıkan her şeyi tüketiyoruz. Dokunduğumuz… Tattığımız… Dinlediğimiz… Gördüğümüz her şeyi…!
Söylediklerimi daha iyi anlamak istiyorsanız; her şey dahil otellerin açık büfelerinde olan bitene bir bakın… Onların arasına girmeden sadece uzaktan izlediğinizde, yemekleri tabaklarına doldurup taşırmak için yarışan insanları göreceksiniz. Taşan yemeklerden bir kısmı yerde (üstüne basılıp ezilmiş), bir kısmı bırakılan tabakların içinde (sinekler konmuş), bir kısmı da obez bir insanın kıyafetiyle bütünleşmiş halde olacak. Ve gözlerinizin önünde bir mahalleyi doyuracak kadar yemeğin dev bir atığa dönüşmesine şahit olacaksınız…!
Ya da modanın kölesi olmuş insanları düşünün. Bu sene soytarılık moda denildiyse, hiç çekinmeden, bir an bile kafa yormadan soytarı kıyafeti giyebilen, insanların bir yılda kazandığı maaşın on katını giysiye, çantaya ya da saate verip, hevesi geçince onu bir kenara atan tüketme delisi kadınlar, adamlar ve çocukları bir düşünün…
Aslında yukarıdaki örneklerden daha da vahim olanı; bilgiyi, sanatı, ilişkileri ve zamanı tükettiğimiz gerçeğidir. Bunların her biri tek tek bakıldığında, insan hayatı için olmazsa olmazlar… Ama üzerimizde hiçbir iz bırakamıyorlar artık… Kısa bir an için coşku duysak da, onları özümseyemiyoruz.
Bilgi demişken; internetten toplama Kafka'nın, Goethe'nin ya da Sheakspeare'in sözlerini, kendininmiş gibi aktarmak marifet sayılıyor günümüzde. Ki bu dehaların yazdığı kitapların tek bir sayfası çevrilmeden aktarılıyor, bu sözler…! Gereken değer verilmediği için de hemen unutulup gidiyor… Tıpkı sanat gibi… Tıpkı ilişkiler gibi… Ve tıpkı biz tutamadan akıp giden zaman gibi…
Çağın hastalığı olan 'tüketim deliliği', ilk olarak kelimeleri tüketmemizle başladı. Etrafta çok sayıda kelime olsa da, hepsi anlamını yitirmiş…! Ne kadar süslesen de, ne kadar allayıp pullasan da nafile, sakilliğini örtemiyorsun…
İşte bizler bu kelimelerle aşkı dile getirmeye çalışıyoruz. Bu kelimelerle dile gelen, aşk mıdır acaba? Aşk dile gelemeyince, kalbe ulaşamadan sönüp gitmez mi? Biz onu aşk zannetsek de, o sadece yüzeydeki bir anlık his değil midir? Var olamamış aşktan geriye, anlaşılması zor, karmakarışık bir oyun kalır. 'Güç kimde?' oyunu…!
Hayatın anlamını da bu içi boş kelimelerle arayan bizleriz. İzin verildiği kadarını bulmakla yetinenler de yine biz... Peki, hayat yetinmek midir, sadece? Tahammül etmekten mi ibarettir? Aynı kelimelerle söylenenleri yaptıkça mı hayat anlamlanır? Yoksa bizim için yazılmış bu basmakalıp senaryoya direnç göstermek, hatta meydan okumakla mı anlarız hayatı?
Ne yaparsan yap, görmüyor musun, havada uçuşan bu boş kelimelerle olmuyor…! Bu kelimelerle olan; düşünmeyen, araştırmayan, sorgulamayan, nezaketten erdemden yoksun bir insan güruhu… Ve o insan güruhundan da sadece şiddet ve nefret doğuyor… Eğer sen güruhun bir ferdiysen; marka tutkunu bir geri zekâlı olmakla, geri kafalı olmak arasında tercih yapmak durumunda kalıyorsun… Bu kelimeleri kullandığın sürece, anlayacağın illa bir şeylerden geri kalmak, kaderin…!
Hayal meyal hatırladığımız özgürlük, barış, aşk, sevgi, saygı, sadakat, dürüstlük, arkadaşlık, dostluk, vefa… Nerede bu kelimeler? Geçmişte varlardı… Ama artık toprağın altında gömülü olmalılar…
Onlara ulaşabilmek için yüzeyden derine doğru gitmeliyiz. Ancak derinler için daha başka kelimelere ihtiyacımız var. Görünenlere değil görünmeyenlere… Görünmeyeni görecek kadar yürekli olmaya…!
John Lennon'ın Imagine şarkısında söylediği gibi bizler aslında tek başımıza değiliz. Eğer insana yaraşır şekilde yaşamak bir mücadeleyse, bu mücadelenin tohumları çoktan filizlenmeye başladı. Hatta bazıları çiçek açtı bile…
Ve son olarak, bu yazı da tükenip bitmeden; politikacıların, medyadakilerin, patronların, efendilerin ağzındaki kelimelerden bıkanlara iki kelime önermek istiyorum. Şu sıralar kimsede bulunmayan, çok değerli iki kelime…
Bu kelimelerden biri CESARET… Diğeri ise UMUT…
Kendi cümlenizi kurmaya işte bu kelimelerle başlayabilirsiniz.
İnanın bana, cesaret ve umut olduğu sürece gerisi gelecektir…
Birleştirmeye çalışsan da, nafile… Elinde hep aynı cümleler var… Aynı kelimelerin aynı cümleleri…!
Eskiden paha biçilmezken, artık orta malı olmuşlar… Değerleri gitmiş, içleri boşalmış…!
Herkesin ağzında sakız olmuş bu kelimeleri, hadi şimdi siz çiğneyin diye veriyorlar ağzımıza… Çürümeye yüz tutmuş sakızı, etrafın dayatmalarıyla bir güzel çiğnemeye başlıyoruz. Sonra da bu koku nereden geliyor diye soruyoruz birbirimize… Çürümüşlüğün kokusu içimizi kapladıkça, kelimeleri tüketmek de kâfi gelmemeye başlıyor ve sonunda tüketim, bir çeşit deliliğe dönüşüyor. Öyle bir delilik ki bu, önümüze çıkan her şeyi tüketiyoruz. Dokunduğumuz… Tattığımız… Dinlediğimiz… Gördüğümüz her şeyi…!
Söylediklerimi daha iyi anlamak istiyorsanız; her şey dahil otellerin açık büfelerinde olan bitene bir bakın… Onların arasına girmeden sadece uzaktan izlediğinizde, yemekleri tabaklarına doldurup taşırmak için yarışan insanları göreceksiniz. Taşan yemeklerden bir kısmı yerde (üstüne basılıp ezilmiş), bir kısmı bırakılan tabakların içinde (sinekler konmuş), bir kısmı da obez bir insanın kıyafetiyle bütünleşmiş halde olacak. Ve gözlerinizin önünde bir mahalleyi doyuracak kadar yemeğin dev bir atığa dönüşmesine şahit olacaksınız…!
Ya da modanın kölesi olmuş insanları düşünün. Bu sene soytarılık moda denildiyse, hiç çekinmeden, bir an bile kafa yormadan soytarı kıyafeti giyebilen, insanların bir yılda kazandığı maaşın on katını giysiye, çantaya ya da saate verip, hevesi geçince onu bir kenara atan tüketme delisi kadınlar, adamlar ve çocukları bir düşünün…
Aslında yukarıdaki örneklerden daha da vahim olanı; bilgiyi, sanatı, ilişkileri ve zamanı tükettiğimiz gerçeğidir. Bunların her biri tek tek bakıldığında, insan hayatı için olmazsa olmazlar… Ama üzerimizde hiçbir iz bırakamıyorlar artık… Kısa bir an için coşku duysak da, onları özümseyemiyoruz.
Bilgi demişken; internetten toplama Kafka'nın, Goethe'nin ya da Sheakspeare'in sözlerini, kendininmiş gibi aktarmak marifet sayılıyor günümüzde. Ki bu dehaların yazdığı kitapların tek bir sayfası çevrilmeden aktarılıyor, bu sözler…! Gereken değer verilmediği için de hemen unutulup gidiyor… Tıpkı sanat gibi… Tıpkı ilişkiler gibi… Ve tıpkı biz tutamadan akıp giden zaman gibi…
Çağın hastalığı olan 'tüketim deliliği', ilk olarak kelimeleri tüketmemizle başladı. Etrafta çok sayıda kelime olsa da, hepsi anlamını yitirmiş…! Ne kadar süslesen de, ne kadar allayıp pullasan da nafile, sakilliğini örtemiyorsun…
İşte bizler bu kelimelerle aşkı dile getirmeye çalışıyoruz. Bu kelimelerle dile gelen, aşk mıdır acaba? Aşk dile gelemeyince, kalbe ulaşamadan sönüp gitmez mi? Biz onu aşk zannetsek de, o sadece yüzeydeki bir anlık his değil midir? Var olamamış aşktan geriye, anlaşılması zor, karmakarışık bir oyun kalır. 'Güç kimde?' oyunu…!
Hayatın anlamını da bu içi boş kelimelerle arayan bizleriz. İzin verildiği kadarını bulmakla yetinenler de yine biz... Peki, hayat yetinmek midir, sadece? Tahammül etmekten mi ibarettir? Aynı kelimelerle söylenenleri yaptıkça mı hayat anlamlanır? Yoksa bizim için yazılmış bu basmakalıp senaryoya direnç göstermek, hatta meydan okumakla mı anlarız hayatı?
Ne yaparsan yap, görmüyor musun, havada uçuşan bu boş kelimelerle olmuyor…! Bu kelimelerle olan; düşünmeyen, araştırmayan, sorgulamayan, nezaketten erdemden yoksun bir insan güruhu… Ve o insan güruhundan da sadece şiddet ve nefret doğuyor… Eğer sen güruhun bir ferdiysen; marka tutkunu bir geri zekâlı olmakla, geri kafalı olmak arasında tercih yapmak durumunda kalıyorsun… Bu kelimeleri kullandığın sürece, anlayacağın illa bir şeylerden geri kalmak, kaderin…!
Hayal meyal hatırladığımız özgürlük, barış, aşk, sevgi, saygı, sadakat, dürüstlük, arkadaşlık, dostluk, vefa… Nerede bu kelimeler? Geçmişte varlardı… Ama artık toprağın altında gömülü olmalılar…
Onlara ulaşabilmek için yüzeyden derine doğru gitmeliyiz. Ancak derinler için daha başka kelimelere ihtiyacımız var. Görünenlere değil görünmeyenlere… Görünmeyeni görecek kadar yürekli olmaya…!
John Lennon'ın Imagine şarkısında söylediği gibi bizler aslında tek başımıza değiliz. Eğer insana yaraşır şekilde yaşamak bir mücadeleyse, bu mücadelenin tohumları çoktan filizlenmeye başladı. Hatta bazıları çiçek açtı bile…
Ve son olarak, bu yazı da tükenip bitmeden; politikacıların, medyadakilerin, patronların, efendilerin ağzındaki kelimelerden bıkanlara iki kelime önermek istiyorum. Şu sıralar kimsede bulunmayan, çok değerli iki kelime…
Bu kelimelerden biri CESARET… Diğeri ise UMUT…
Kendi cümlenizi kurmaya işte bu kelimelerle başlayabilirsiniz.
İnanın bana, cesaret ve umut olduğu sürece gerisi gelecektir…