Pazar günlerini çok seviyorum…
Çalışan insanlar pazar gününü prepazartesi olarak görüp bütün günü "off yarın iş var" şeklinde geçirse de benim için pazar demek, kahvaltı, keyif ve huzur demek. Bütün haftayı kan ter içinde koşturarak geçirdiğimiz için bu günler benim için Slowmotion günler :) Her şeyi ağır ağır yapıp en ufak ayrıntının bile tadına varmaya çalışıyorum. Bu hafta sonu da uykucu sevgiliyi zorla uyandırıp moda parkına sürükledim :) Haftada bir de olsa spor yapmalı değil mi? Hiç yoktan iyidir.
Eskiden spor yapmaya vakit bulamıyorum diyenleri tembellikle suçladığım için üzerine alınan herkesten özür dilerim :) Her sabah 7 de sahilde koşan insanları ise şaşkınlıkla izliyorum. Hatta o sportif insanların ise evde birer klonları olduğunu düşünüyorum. Onlar sahilde koşup, daha sonra kepekli tost ve portakal suyu eşliğinde keyifli gazetelerini okurken diğeri onun yerine ofiste telefonlara bakıyor, fotokopi çekiyor, toplantılara falan giriyor olmalı.Bir klon da bana lazım :)
Neyse konudan çıktım gidiyorum… Sevgiliyle esofmanlarımızı cekip, moda parkına doğru neşe içinde yola çıkıyoruz. Yol üzerinden gazete ve dergilerimizi aldıktan sonra Eyfel pastanesinden çeşitli hamur işlerini poşete atıyoruz. İkimizde karbonhidrat canavarı olduğumuz için böyle yerlerde gözümüz dönüyor. Ondan da alalım bundan da alalım derken ipin ucu her zamanki gibi kaçıyor. Ve sonunda bir sürü poğaçayla pastaneden çıkıyoruz.
Dipnot: Bir poğaça da nerdeyse 2 tatlı kaşığı yağ var bu yüzden uzak durmak en iyisi. Onun yerine kepekli ve tahıllı simitleri tercih etmek göbiş açısından en iyisi.
Poğaça ve gazetelerimizle birlikte Kadıköy'ün miskin kedilerini seve seve ilerliyoruz. Ama bir eksik var. Ben hayatta bunları tek başına yiyemem. Domates olmayan kahvaltı benim için kahvaltı değildir :)
"Sevgili" diyorum "Bir yerden domates, salatalık bulalım". Köşedeki manavdan domates alsak tabak yok, tabak bulsak bıçak yok. Sonunda yol üzerindeki kafelerden birine salatalık domates söğüş yaptırmaya karar veriyoruz. Söğüş salatama kavuştuktan sonra benden mutlusu yok. Moda çay bahçesine kurulup çaylarımızı söylüyoruz. Sevgili futbol yorumlarını okurken ben moda sayfalarının arasına karışıyorum. Bu arada moda çay bahçesine yolunuz düşerse çayınızı mutlaka su bardağında için. Ben ilk kez burada görmüştüm, normalde küçük bardak ya da kupa da içsem de burada su bardağından içmezsem keyif alamıyorum :)
Kahvaltıdan sonra moda sahil yolunda yürüyüşe çıkıyoruz. Aslında sadece yürümüyoruz ben kahvaltıdan aldığım enerjiyle bir o yana bir bu yana zıplayıp duruyorum:) Eğer vaktiniz varsa her gün en az bir saat yürümeyi alışkanlık haline getirin. Hem spor hem terapi. Bir ayın sonunda kendinizi çok daha iyi hissedeceğinizi garanti ederim.
Sahilde yürüyüş yapan bir çiftseniz çiçekçi teyze gelip size "Şu güzel kızıma bi çiçek alasın" nidalarıyla çiçek satmazsa olmaz. Bu teyzelerden çiçek alırsanız en şahane çift sizsiniz, almazsanız "Bu çocuk seni kullanıp atacak be yav" diye zılgıtı yersiniz :)
Biz şahane çift olmayı tercih edip yola eşofmanlarımıza hiç uymayan kırmızı gülümüzle devam ediyoruz.
Yaklaşık Bir saatlik yürüyüşün ardından bu aralar çok konuşulan Mahsun Kırmızıgül'ün New York'ta beş minare filmine gitmeye karar veriyoruz. Açıkçası benim yürümeye halim kalmadığı için rıhtımdan tramvaya atlamak gibi nostaljik bir güzellik yapıyoruz :)
Film boyunca Haluk Bilginer'e tekrar tekrar hayran oluyorum.Ve filmin sonunda hüngür şakır ağlıyorum. Yalnız Mahsun Kırmızıgül yazıp yönettiği filmlerde oynamaktan vazgeçmeli. Filmdeki tek başarısız oyunculuk Kırmızıgül'e aitti. 10 yıl önce onun arabası var güzel mi güzel diye şarkılar söyleyip zıplayan Mustafa Sandal bile daha iyi bir oyunculuk sergilemiş. Yani New York'ta beş minare filminin özeti. İyi film kötü Mahsun.
Bu arada diyete başlayalı tam 1 ay oldu ancak ben hala 60 kiloyum. 1 ayda 3 kilo pekte başarılı değil. Bu yüzden bir uzmandan yardım almaya karar verdim. Yarın M'nin diyet maceralarında sürpriz bir uzman konuğum olacak.
İzlemede kalın.
M*
m@caferuj.com.tr
Çalışan insanlar pazar gününü prepazartesi olarak görüp bütün günü "off yarın iş var" şeklinde geçirse de benim için pazar demek, kahvaltı, keyif ve huzur demek. Bütün haftayı kan ter içinde koşturarak geçirdiğimiz için bu günler benim için Slowmotion günler :) Her şeyi ağır ağır yapıp en ufak ayrıntının bile tadına varmaya çalışıyorum. Bu hafta sonu da uykucu sevgiliyi zorla uyandırıp moda parkına sürükledim :) Haftada bir de olsa spor yapmalı değil mi? Hiç yoktan iyidir.
Eskiden spor yapmaya vakit bulamıyorum diyenleri tembellikle suçladığım için üzerine alınan herkesten özür dilerim :) Her sabah 7 de sahilde koşan insanları ise şaşkınlıkla izliyorum. Hatta o sportif insanların ise evde birer klonları olduğunu düşünüyorum. Onlar sahilde koşup, daha sonra kepekli tost ve portakal suyu eşliğinde keyifli gazetelerini okurken diğeri onun yerine ofiste telefonlara bakıyor, fotokopi çekiyor, toplantılara falan giriyor olmalı.Bir klon da bana lazım :)
Neyse konudan çıktım gidiyorum… Sevgiliyle esofmanlarımızı cekip, moda parkına doğru neşe içinde yola çıkıyoruz. Yol üzerinden gazete ve dergilerimizi aldıktan sonra Eyfel pastanesinden çeşitli hamur işlerini poşete atıyoruz. İkimizde karbonhidrat canavarı olduğumuz için böyle yerlerde gözümüz dönüyor. Ondan da alalım bundan da alalım derken ipin ucu her zamanki gibi kaçıyor. Ve sonunda bir sürü poğaçayla pastaneden çıkıyoruz.
Dipnot: Bir poğaça da nerdeyse 2 tatlı kaşığı yağ var bu yüzden uzak durmak en iyisi. Onun yerine kepekli ve tahıllı simitleri tercih etmek göbiş açısından en iyisi.
"Sevgili" diyorum "Bir yerden domates, salatalık bulalım". Köşedeki manavdan domates alsak tabak yok, tabak bulsak bıçak yok. Sonunda yol üzerindeki kafelerden birine salatalık domates söğüş yaptırmaya karar veriyoruz. Söğüş salatama kavuştuktan sonra benden mutlusu yok. Moda çay bahçesine kurulup çaylarımızı söylüyoruz. Sevgili futbol yorumlarını okurken ben moda sayfalarının arasına karışıyorum. Bu arada moda çay bahçesine yolunuz düşerse çayınızı mutlaka su bardağında için. Ben ilk kez burada görmüştüm, normalde küçük bardak ya da kupa da içsem de burada su bardağından içmezsem keyif alamıyorum :)
Kahvaltıdan sonra moda sahil yolunda yürüyüşe çıkıyoruz. Aslında sadece yürümüyoruz ben kahvaltıdan aldığım enerjiyle bir o yana bir bu yana zıplayıp duruyorum:) Eğer vaktiniz varsa her gün en az bir saat yürümeyi alışkanlık haline getirin. Hem spor hem terapi. Bir ayın sonunda kendinizi çok daha iyi hissedeceğinizi garanti ederim.
Sahilde yürüyüş yapan bir çiftseniz çiçekçi teyze gelip size "Şu güzel kızıma bi çiçek alasın" nidalarıyla çiçek satmazsa olmaz. Bu teyzelerden çiçek alırsanız en şahane çift sizsiniz, almazsanız "Bu çocuk seni kullanıp atacak be yav" diye zılgıtı yersiniz :)
Biz şahane çift olmayı tercih edip yola eşofmanlarımıza hiç uymayan kırmızı gülümüzle devam ediyoruz.
Yaklaşık Bir saatlik yürüyüşün ardından bu aralar çok konuşulan Mahsun Kırmızıgül'ün New York'ta beş minare filmine gitmeye karar veriyoruz. Açıkçası benim yürümeye halim kalmadığı için rıhtımdan tramvaya atlamak gibi nostaljik bir güzellik yapıyoruz :)
Film boyunca Haluk Bilginer'e tekrar tekrar hayran oluyorum.Ve filmin sonunda hüngür şakır ağlıyorum. Yalnız Mahsun Kırmızıgül yazıp yönettiği filmlerde oynamaktan vazgeçmeli. Filmdeki tek başarısız oyunculuk Kırmızıgül'e aitti. 10 yıl önce onun arabası var güzel mi güzel diye şarkılar söyleyip zıplayan Mustafa Sandal bile daha iyi bir oyunculuk sergilemiş. Yani New York'ta beş minare filminin özeti. İyi film kötü Mahsun.
İzlemede kalın.
M*
m@caferuj.com.tr