Mehmet Ali Bakanay ile Fashionable Life
Hukukçu, çağdaş sanat ve Afrika tribal sanat koleksiyoneri ile Bebek’te, sanat ile nefes alan evinde bir araya geldik.
GÜNCELLEME TARİHİ: 12 Kasım 2024
Röportaj: Bade Çakar
Fotoğraflar: Serkan Eldeleklioğlu
Eviniz için sanatla dolu ifadesinden çok sanatla bütün demek daha doğru sanırım. Her köşe, oda ve detay bambaşka bir sürpriz barındırıyor. Yaşam alanınızdan ve buranın dekorasyon sürecindeki motivasyonunuzdan bahseder misiniz?
Motivasyonum aslında kendimim. Rahatlık, uyum ve doğallık... Evimin en önemli misafiri benim. Onun için bana iyi gelen bir tarzda dekore edildi. Daha çok birlikte yaşamaktan mutluluk duyduğum ve her gün görmekten keyif alacağım eserler ve koleksiyonlar yer alıyor burada. Psikolojik yönler daha ağır basıyor seçkilerde. Evi zorlama bir sergi alanına dönüştürmekten uzak durmaya çalışıyorum zira böyle bir yaklaşım çok da gerçekçi gelmiyor bana. Mesela sabah kahvenizi içerken kavramsal bir videoya veya politik bir esere bakmak olmuyor. Bu demek değil ki bu tür işleri toplamıyorum. Tersine onları alıyorum ama evimde sürekli dönen videolar şeklinde sergilemiyorum. Evde çoğu zaman eserlerle oynuyorum. Sürekli bir değişim halinde. Bazen en başa geri dönüyorum, sadeleştiriyorum. Bu bağlamda evim keyifli bir oyun alanı aslında. Sanıyorum bu doğallığı ve uyumu başardım. Sizin dediğiniz “Her bir köşe, her bir oda ve her bir detay bambaşka bir sürpriz barındırıyor” cümlesine katılıyorum fakat bu sürprizlerin hepsi aslında arkasında derin anılar ve hikayeler barındırıyor. Hepsi bana özel.
Sanat sizin tutkunuz ancak bir o kadar da hayatınızın önemli ve geniş alanı. Bu tutku beğendiğinizi almaktan ne zaman bilinçli toplamaya, koleksiyonerlik boyutuna geçti? Satın aldığınız ilk eseriniz hangisiydi ve sizi etkileyen yanı ne oldu?
Küçüklüğümden beri sevdiğim sanatçıların resimlerini, desenlerini ve baskılarını alırdım. Ya da bunları bana ailem hediye ederdi. Tabii daha ileri yaşlarda, bu heves yerini daha bilinçli toplamaya bıraktı. Yani 2005 sonrasında daha ciddi bir alım söz konusu oldu. İlk sanat eserim, çocukken anneannemin bana Fransa’daki bir müzayededen hediye olarak aldığı, Abidin Dino’nun İstanbul serisinden küçük bir mürekkep çalışmasıydı. İlk zamanlarda beğeni daha ön plandaydı. Elbette sadece beğeniyle ilerlediğinizde ortaya daha yüzeysel bir koleksiyon çıkıyor. Uzun bir süredir koleksiyona yeni bir yapıt eklerken “ruhsal olarak akraba olan” eseri almak daha ağır basıyor, beğeninin yanında.
Bu sözle tam olarak neyi kast ediyorsunuz?
Burada akrabalıktan kastım, farklı sanatçılardan eserler olsalar bile yan yana geldiklerinde bir bütün oluşturmaları. Bütünlüğün özü ise tema, tarz ve yaklaşım olarak birbirine yakınlıkları. Artık her beğendiğimi almıyorum, öncelikle koleksiyonda yeri var mı yok mu ona bakıyorum. Estetik ya da beğeniden ziyade fikre odaklanarak 2005 civarında Amerika’daki soyut ekspresyonizme merak saldım ve atipik eserlere yönelmeye başladım. Koleksiyon amaçlı ilk eser Bratislavalı kavramsal sanatçı Patrik Kovacovsy’nin ‘Dollar’ serisinden bir enstalasyonu idi. Şu anda eserin diğer bir edisyonu Documenta koleksiyonunda.
Sadece koleksiyoner değil, yurtdışında galeri ve müzelerle iletişimde, Asian Art Collectors Foundation yönetim kurulu ve Contemporary İstanbul danışma üst kurulu üyesi olmakla birlikte sanat hukuku işiyle meşgulsünüz. Sanatı sizin için bir ilgi alanından çıkarıp, yaşam şekli haline getiren ne oldu?
Aslında bu soruyu kendime dönem dönem ben de soruyorum. Sorunuzun net bir cevabı yok. Akış, akışta kalmanın sonucu mudur yoksa bir dönem sanatçı olmak istemiştim, belki oradaki içinde kalmışlıklar mıdır? Yerine ikame ettiğim... Bilemiyorum.
Peki sadece duygusal olarak bakmasanız da koleksiyonunuza ekleyeceğiniz bir parçayı gördüğünüz andaki hissi tam olarak nasıl tanımlarsınız?
Koleksiyona ekleyeceğim bir parça eğer tema olarak tam uyuyorsa büyük bir heyecan diyebilirim.
Anlattıklarınızdan koleksiyonerliğin, ilgi kadar bir matematiği ve sisteminin de olduğu çıkarımını yapabiliriz. Sizce koleksiyonerlik tam olarak nasıl bir süreç? Sürekli gelişip evriliyor mu? Belli bir prensibe bağlı kalınıyor mu?
Her koleksiyonerin süreci sanırım farklı ve kendine özgüdür. İyi bir koleksiyon oluşturmak için öğrenmek, araştırmak, bilmek, gözünü ve bilgini taze tutmak yani bol bol görmek ve tutku ile aklı birleştirmek gerekiyor. Bu süreç kendi içinde hataları da barındırabiliyor... Önemli olan spekülasyon ve manipülasyonlardan uzak kalabilmek.
Sizin için bir yaratımı sanat olarak adlandırmak nerede başlıyor?
Bir eserden bana samimiyet, cesaret ve ahenk geçiyorsa ben ona sanat diyorum; herhangi bir yapaylık hissettiğimde yaklaşamıyorum işe. İçine giremiyorum ama sanat dünyası elbette benim kişisel fikrimin ve izleyicisi olduğum tarzların çok ötesinde geniş bir alan, bu konuda otorite değilim. Ama zamanın ruhundan çok, zamanın ötesine geçmiş bir yaratım beni çok heyecanlandırıyor.
Sizi, 10 sene önce başladığınız tribal Afrika işlerini toplamaya iten güç neydi?
Hikayesi... Ve primitif bir dünyanın içindeki inanılmaz zenginlik, derinlik ve öngörü.
Modada kimi zaman kreatif direktörlerin yarattıklarına da sanat eseri olarak bakılıyor. Siz modayı nasıl görüyorsunuz?
Giyimde de sanata yanaştığınız gibi düşündüğünüze inanıyorum. Moda elbette bir sanat. Tarz sahibi olabilmek için kendinizi iyi tanımanız gerekiyor. Her beğendiğim sanat eseri koleksiyonuma uymadığı gibi her moda parçası da bana uymayabiliyor. Önemli olan ruhunuza ve bedeninize uyumu. Moda bağımlısı asla değilim, olamam da. Kendimi rahat hissettiğim tüm parçaları seviyorum.Vintage parçaların ise ayrı bir önemi var benim için.