ÜNLÜ STİLİ
Ünlü olmak için kitap yazdım!
Yazın en çok okunacak kitabın yazarıyla yapmış olduğumuz röportajda çok samimi itiraflarla karşılaşacaksınız...
GÜNCELLEME TARİHİ: 16 Haziran 2010
Neslihan Özyükseler'in üçüncü ve son kitabı olan "Alışverişe Kıskançlık Molası" yazın "kadınların elinden düşmeyen" kitabı olacağa benziyor. Biz de Cafe RUJ ekibi olarak hemen kitabı edinip okuduk. Kendisiyle kitabına ve kariyerine dair konuşmak için de irtibata geçtik. Cafe RUJ okuyucularına özel olarak hazırlamış olduğumuz bu röportajda Özyükseler'in açıklamalarıyla kendinize ait birşeyler bulacaksınız...
►Romanınızın güzel, bakımlı, kendine özen gösteren kadınlara ve aynı zamanda bu kadınları seven erkeklere ait olduğunu belirtmişsiniz. Peki genel anlamda baktığımızda "kendine özen gösterme" hangi kriterleri içeriyor? Türk kadınları ve Amerikalı kadınlar arasında "kendine özen gösterme" kriterleri farklılıklar gösteriyor mu?
Bana göre "Kendine özen gösteren kadın" kendisine zaman ayıran, kendisini seven, görünüşüne ve ruhuna yatırım yapan kadındır. Bu bağlamda Amerikalı ve Türk ayrımı yapmamız zor. Türk derken İstanbullu, Amerikalı derken sadece New York kadınını düşünmemiz mümkün değil. Eğer İstanbul - New York kıyaslaması yapacaksak arada pek fark yok sanırım. Çünkü bizler biraz Hollywood yıldızlarını taklit ederek kendimize özen gösteriyoruz. Kabul etmekte zorlansak da rol modellemiz onlar.
►Ben de aslında bunu sormak istiyordum. Türkiye'nin geneline baktığımızda İstanbullu kadınlar diğer şehirli kadınlara göre farklılıklar gösterebiliyor. Abd'de de New York'lu kadınları diğerlerinden ayırabilir miyiz?
Tam üstüne bastınız. Aynen öyle. Abd'de de aynı ayrım var ve biz İstanbul kadınlar, New York'u takip ediyoruz, diğer illerde de bizi takip ediyorlar.
►Roman kahramanı Suden, neden her şeyden uzaklaşıp özellikle New York'u tercih ediyor? New York bir idol mu sizce?
Benim için olmasa da pek çok kişi için öyle. Suden'i yaratırken pek çok kişiyi hedeflediğimden New York'u seçtim ben de…
►Suden ilişkilerinde zor olanı seviyor ve tercih ediyor. Okuyanlar "zor olan iyidir, sevilir" sonucunu çıkarabilirler. Burada hem kadınların hem de erkeklerin çıkarması gereken bir ders olduğunu mu anlatmaya çalışıyorsunuz?
Son zamanlarda çok popüler bir cümle var biliyorsundur: "Bütün kadınlar Hintlidir, hayatlarının en az bir döneminde muhakkak ökuze taparlar…" Erkekler için benzeri üretilmedi henüz ama yakında çıkar. Doğa kanunu bu. Zor olan kıymetli oluyor hepimiz için.
Elime en büyük boy Starbucks'ımı alıp yürürken Kate Hudson, notebookumla kafede yazı yazarken Jessica Parker sanıyorum kendimi. Biz metropol kadınları kendimizi biraz fazla önemsiyoruz, iyi de yapiyoruz!
►Birbirinden şık ayakkabılar, elbiseler, renkli ışıklı caddeler… Bir yandan salına salına yürüyüp, özgürlük havasını en derinlerine çekip sanki içlerinden "I've got the power" şarkısını söyler edasındaki bakışlarıyla, meydan okur adımlarıyla yürüyen ve bu şekliyle şehirli kadınlar olarak tabir edilen kadınlar ve diğer kadınlar… Son dönemlerde şehirli kadın profili bu şekliyle kabulleniliyor. Şehirli kadın aslında kimdir? Şehirde yaşayan diğer kadınlar şehirli değiller mi?
Şehirde yaşayan her kadın şehirlidir tabii ki. Senin tarif ettiğin modelleri, Hollywood'un sabun köpüğü kıvamındaki "duygusal komedi" filmlerini çokca seyretmiş olanlar :). Ben de onlardan biriyim mesela. Elime en büyük boy Starbucks'ımı alıp yürürken Kate Hudson, notebookumla kafede yazı yazarken Jessica Parker sanıyorum kendimi. Mesela eski işimde diz üstü eteğim ve ceketimle toplantılara katılmam gerektiğinde masaya Merly Streep edasıyla otururdum. Ama bir bakardım toplantıda karşımda Richard yerine tombul, gözlüklü bir adam oturuyor, fakat dedim ki ben gerçek dunyadayim :)… Yani biz metropol kadınları kendimizi biraz fazla önemsiyoruz, iyi de yapiyoruz… Hissettigimiz ölçüde değerliyiz çünkü…
►:) Peki o zaman hemen şunu da sormak istiyorum: Kendi parasını kazanan çağdaş kadın, en bilinen x mağazadan x mağazaya koşup alışveriş yapan, nerede hangi mekan açılmış eksiksiz takip eden, tatilini mutlaka o yılın en çok gidilen "trendy mekan" ünvanını kazanmış mekanlarda değerlendiren kadınlarımız olarak biliniyor. Bu yaşam biçimi kadınları tek bir model yapmıyor mu?
Kendi parasını kazanan kadının saydıklarına yetişmesi mümkün değil. Ya parası yetmez ya da para kazanırken zamanı olmaz. "Yetişmeye çalışan" kadınlar çoğunlukta. Bu da "iyi yaşam" mücadelesi… Aynı şeyleri yapsak da, aynı yerlere takılsak da, benzer kıyafetleri giysek de tek tip olmamız zor. Zira yaşananların ruhumuzda izdüşümleri farklı. İstanbul'da 6.1 şiddetinde deprem olduğunu varsayalım. Hepimizi aynı şiddette etkilemesi mümkün mü? Montaigne demiş ya "Dünyada yaşayan insan sayısı kadar kişilik vardır" diye… Ben bunun çok doğru olduğunu düşünüyorum. Dolayısıyla benzesek de bir olamayız diyorum…
Ünlü olmak için kitap yazdım!
►Bildiğimiz kadarıyla Cosmopolitan dergisine de yazıyorsunuz. Yazı yazma yolculuğunuz ne zaman ve nasıl başladı?
Geçenlerde bir bayan yayıncının ropörtajını okudum. "Ünlü olmak için kitap yazıyor insanlar" diyordu. Kanıma dokundu, sinir oldum. Sonra neden bu lafa çok takıldığımı düşündüm. Beni rahatsız eden söz konusu kişinin düşünce biçimi miydi, yoksa söylediklerinin doğru olma ihtimali mi? Sanırım ikincisi. Kabul etmek rahatlamanın yarısıdır aslında. Galiba ben ünlü olmak istedim Özlem. İyi ki istemişim. Entellektüeller, chick lit yazarlar için sürekli "ünlü olmaya çalışıyorlar" ifadesini kullanıyorlar. Mutlu olacaklarsa, evet ünlü olmak için yazıyorum. Sesim güzel olsa şarkı da söylerdim ama olmayınca onların işine el attım mecburen ?. Ünlü olmadım ama üç kitap yazdım. 2006 yılında başladım yazmaya. Otuz yaşında olmuştum, üzgündüm. O sıralar terkedilmiştim, buna daha da üzgündüm. Kendimi önemli ve değerli görme ihtiyacım vardı. Şansım da yaver gitti. Ekim 2006 sonu bitirdim kitabı ve 2007 Ocak ayında ilk kitabım ' Alışverişe Kahve Molası' yayımlandı. 2008 Haziran'da ikinci romanım 'Alışverişe Aşk Molası` nın hemen akabinde Cosmopolitan dergisinde de yazmaya başladım.
►Alışverişe Aşk Molası, Alışverişe Kahve Molası ve şimdi de son romanınız Alışverişe Kıskançlık Molası. Bu seri devam edecek mi? Bir sonraki romanınızın ismini hiç düşündünüz mü?
Bu seri bitecek sanırım. Ama tabii biraz da arz talep meselesi. Şu an kafamda 2 konu var. İsimlere son anda karar veriyorum. Çünkü benim romanlarımda kahramanlar sonlara doğru tamamen kontrolumden çıkarak başlarına buyruk davranıyorlar ve hikayeler değişebiliyor…
►Aynı zamanda bir de Steak House'niz var. Restoran işletme fikri nasıl ortaya çıktı?
Beeftek adlı butik kasap restoranımız var. On yedi yıllık arkadaşımla açtık. Beraber iş yapma planımız vardı. Gıda üzerine bir yer arıyorduk. Yükselen trendlere baktık, toplumsal alışkanlıklarımızı inceledik. Toplum olarak ete düşkünüz, öte yandan son yedi yıldır kafe çılgınıyız. Son iki yıldır da butik işletmelere yöneliş var. Kafe çok, kasap etçiler de yavaş yavaş başladı. Biz ortağımla bu iki konsepti birleştirerek devraldığımız kasap restoranı, kafe dekorasyonuyla birleştirerek ev sıcaklığında bir yer yarattık. 500 gr lık T.Bone Steak üstüne ister espresso ister detoks çayı içiyor müşterilerimiz. Türkiye'nin en iyi kitabını yazıyorum diyemem ama Türkiye'nin en iyi etini satıyorum. Diyetten, detokstan nefret ederim. Bence protein almadan sağlıklı ve güzel yaşanmaz. Hollywood starlarının güzellik reçetelerini incelersek hiçbiri sadece yeşillik yemiyor. Kırmızı etin sağladıklarını hiçbir besin karşılayamıyor. Bergüzar Korel - Halit Ergenç sadece bizim etlerimizi yiyorlar. Ferhat Göçer - Ömür Gedik ikilisi çok iyi müşterimiz. Ünlü futbolcular, basketbolcular var haftada üç gün bizde yemek yiyen. Korel ve Gedik'in formuna bakarsanız söylediklerimin doğruluğu daha iyi anlaşılır sanırım…
"Çok beğendiğin bir ayakkabıyla karşılaştığında kalbin çarpmaya başlar. Aynen çok yakışıklı bir erkekle karşılaşmışsın gibi. Ona sahip olmak istersin. Burada engeller başlar. Ayağının numarası kalmamış olabilir. Ayakkabı bütçene uygun olmayabilir. Ya da ayağın hiç rahat edemeyebilir ayakkabının içinde. Sana uygun olmayan bir erkek gibi. Eğer sen ona sahip olmak konusunda ısrar edersen, mesela büyük olan ayakkabının içine kalıp koydurtup onu giyersen ya da onu satın almak için bütçeni zorlarsan doğru olmaz. Rahat edemezsin onunla. Eğer ayakkabıya bütçenin üzerinde para vererek sahip olduysan, onu giymeye bile kıyamayacak, sakınacaksın yağmurdan çamurdan. Çok âşık olduğun erkeği kaybetmekten korkar gibi... Ayakkabıyla mutlu olacaksın ama üstüne basılacak diye ödün kopacak. Bu da zamanla stres yaratacak. Sadece konforunu düşünerek satın aldığın ayakkabıysa mantık ilişkisi gibidir. Daima rahatsındır. Ne var ki çok mutlu olmazsın onlar ayağındayken. Gururla gezinmezsin. Sadece seni sevdiği için beraber olduğun bir adamla hissettiğin gibi." Bunlar sizin, kadınlar için ayyakabıyla erkekler arasında kurduğunuz mantık ilişkisi.
►Sizce nedir bu bizlerdeki ayakkabı tutkusunun nedeni?
Ayaklarımız bütün yükünü taşıyor vücudumuzun… Biz de onları allayıp pulluyoruz işte… Biraz heves, biraz bunalım, biraz gösteriş merakı, biraz statü dışa vurumu... Denenmesi, satın alınması da kolay. Şimdi pantolon tutkumuz olsa iş daha zor olur. Kalıp bulmak zor, her pantolonun içine sığmak zor… Göbeği içine çek, fermuarı kapat… Azıcık kilo alsan içine girmekte zorlansan günün biter… Fazlalık sorunun olmasa boy problemi başlar. Ölçü ver, terziye gönder… Bir pantolonu beğenip alıp çıkmak zor iş. Halbuki ayakkabıda iş numaraya bakar. En fazla iki üç deneme yaparsın oturmuş zevkin varsa ve ayağını tanıyorsan. Ne istediğini bilen kadınların hayatlarındaki adamı kolayca bulabilmeleri gibi…
►Romanınızın güzel, bakımlı, kendine özen gösteren kadınlara ve aynı zamanda bu kadınları seven erkeklere ait olduğunu belirtmişsiniz. Peki genel anlamda baktığımızda "kendine özen gösterme" hangi kriterleri içeriyor? Türk kadınları ve Amerikalı kadınlar arasında "kendine özen gösterme" kriterleri farklılıklar gösteriyor mu?
Bana göre "Kendine özen gösteren kadın" kendisine zaman ayıran, kendisini seven, görünüşüne ve ruhuna yatırım yapan kadındır. Bu bağlamda Amerikalı ve Türk ayrımı yapmamız zor. Türk derken İstanbullu, Amerikalı derken sadece New York kadınını düşünmemiz mümkün değil. Eğer İstanbul - New York kıyaslaması yapacaksak arada pek fark yok sanırım. Çünkü bizler biraz Hollywood yıldızlarını taklit ederek kendimize özen gösteriyoruz. Kabul etmekte zorlansak da rol modellemiz onlar.
►Ben de aslında bunu sormak istiyordum. Türkiye'nin geneline baktığımızda İstanbullu kadınlar diğer şehirli kadınlara göre farklılıklar gösterebiliyor. Abd'de de New York'lu kadınları diğerlerinden ayırabilir miyiz?
Tam üstüne bastınız. Aynen öyle. Abd'de de aynı ayrım var ve biz İstanbul kadınlar, New York'u takip ediyoruz, diğer illerde de bizi takip ediyorlar.
►Roman kahramanı Suden, neden her şeyden uzaklaşıp özellikle New York'u tercih ediyor? New York bir idol mu sizce?
Benim için olmasa da pek çok kişi için öyle. Suden'i yaratırken pek çok kişiyi hedeflediğimden New York'u seçtim ben de…
►Suden ilişkilerinde zor olanı seviyor ve tercih ediyor. Okuyanlar "zor olan iyidir, sevilir" sonucunu çıkarabilirler. Burada hem kadınların hem de erkeklerin çıkarması gereken bir ders olduğunu mu anlatmaya çalışıyorsunuz?
Son zamanlarda çok popüler bir cümle var biliyorsundur: "Bütün kadınlar Hintlidir, hayatlarının en az bir döneminde muhakkak ökuze taparlar…" Erkekler için benzeri üretilmedi henüz ama yakında çıkar. Doğa kanunu bu. Zor olan kıymetli oluyor hepimiz için.
Elime en büyük boy Starbucks'ımı alıp yürürken Kate Hudson, notebookumla kafede yazı yazarken Jessica Parker sanıyorum kendimi. Biz metropol kadınları kendimizi biraz fazla önemsiyoruz, iyi de yapiyoruz!
►Birbirinden şık ayakkabılar, elbiseler, renkli ışıklı caddeler… Bir yandan salına salına yürüyüp, özgürlük havasını en derinlerine çekip sanki içlerinden "I've got the power" şarkısını söyler edasındaki bakışlarıyla, meydan okur adımlarıyla yürüyen ve bu şekliyle şehirli kadınlar olarak tabir edilen kadınlar ve diğer kadınlar… Son dönemlerde şehirli kadın profili bu şekliyle kabulleniliyor. Şehirli kadın aslında kimdir? Şehirde yaşayan diğer kadınlar şehirli değiller mi?
Şehirde yaşayan her kadın şehirlidir tabii ki. Senin tarif ettiğin modelleri, Hollywood'un sabun köpüğü kıvamındaki "duygusal komedi" filmlerini çokca seyretmiş olanlar :). Ben de onlardan biriyim mesela. Elime en büyük boy Starbucks'ımı alıp yürürken Kate Hudson, notebookumla kafede yazı yazarken Jessica Parker sanıyorum kendimi. Mesela eski işimde diz üstü eteğim ve ceketimle toplantılara katılmam gerektiğinde masaya Merly Streep edasıyla otururdum. Ama bir bakardım toplantıda karşımda Richard yerine tombul, gözlüklü bir adam oturuyor, fakat dedim ki ben gerçek dunyadayim :)… Yani biz metropol kadınları kendimizi biraz fazla önemsiyoruz, iyi de yapiyoruz… Hissettigimiz ölçüde değerliyiz çünkü…
►:) Peki o zaman hemen şunu da sormak istiyorum: Kendi parasını kazanan çağdaş kadın, en bilinen x mağazadan x mağazaya koşup alışveriş yapan, nerede hangi mekan açılmış eksiksiz takip eden, tatilini mutlaka o yılın en çok gidilen "trendy mekan" ünvanını kazanmış mekanlarda değerlendiren kadınlarımız olarak biliniyor. Bu yaşam biçimi kadınları tek bir model yapmıyor mu?
Kendi parasını kazanan kadının saydıklarına yetişmesi mümkün değil. Ya parası yetmez ya da para kazanırken zamanı olmaz. "Yetişmeye çalışan" kadınlar çoğunlukta. Bu da "iyi yaşam" mücadelesi… Aynı şeyleri yapsak da, aynı yerlere takılsak da, benzer kıyafetleri giysek de tek tip olmamız zor. Zira yaşananların ruhumuzda izdüşümleri farklı. İstanbul'da 6.1 şiddetinde deprem olduğunu varsayalım. Hepimizi aynı şiddette etkilemesi mümkün mü? Montaigne demiş ya "Dünyada yaşayan insan sayısı kadar kişilik vardır" diye… Ben bunun çok doğru olduğunu düşünüyorum. Dolayısıyla benzesek de bir olamayız diyorum…
Ünlü olmak için kitap yazdım!
►Bildiğimiz kadarıyla Cosmopolitan dergisine de yazıyorsunuz. Yazı yazma yolculuğunuz ne zaman ve nasıl başladı?
Geçenlerde bir bayan yayıncının ropörtajını okudum. "Ünlü olmak için kitap yazıyor insanlar" diyordu. Kanıma dokundu, sinir oldum. Sonra neden bu lafa çok takıldığımı düşündüm. Beni rahatsız eden söz konusu kişinin düşünce biçimi miydi, yoksa söylediklerinin doğru olma ihtimali mi? Sanırım ikincisi. Kabul etmek rahatlamanın yarısıdır aslında. Galiba ben ünlü olmak istedim Özlem. İyi ki istemişim. Entellektüeller, chick lit yazarlar için sürekli "ünlü olmaya çalışıyorlar" ifadesini kullanıyorlar. Mutlu olacaklarsa, evet ünlü olmak için yazıyorum. Sesim güzel olsa şarkı da söylerdim ama olmayınca onların işine el attım mecburen ?. Ünlü olmadım ama üç kitap yazdım. 2006 yılında başladım yazmaya. Otuz yaşında olmuştum, üzgündüm. O sıralar terkedilmiştim, buna daha da üzgündüm. Kendimi önemli ve değerli görme ihtiyacım vardı. Şansım da yaver gitti. Ekim 2006 sonu bitirdim kitabı ve 2007 Ocak ayında ilk kitabım ' Alışverişe Kahve Molası' yayımlandı. 2008 Haziran'da ikinci romanım 'Alışverişe Aşk Molası` nın hemen akabinde Cosmopolitan dergisinde de yazmaya başladım.
►Alışverişe Aşk Molası, Alışverişe Kahve Molası ve şimdi de son romanınız Alışverişe Kıskançlık Molası. Bu seri devam edecek mi? Bir sonraki romanınızın ismini hiç düşündünüz mü?
Bu seri bitecek sanırım. Ama tabii biraz da arz talep meselesi. Şu an kafamda 2 konu var. İsimlere son anda karar veriyorum. Çünkü benim romanlarımda kahramanlar sonlara doğru tamamen kontrolumden çıkarak başlarına buyruk davranıyorlar ve hikayeler değişebiliyor…
►Aynı zamanda bir de Steak House'niz var. Restoran işletme fikri nasıl ortaya çıktı?
Beeftek adlı butik kasap restoranımız var. On yedi yıllık arkadaşımla açtık. Beraber iş yapma planımız vardı. Gıda üzerine bir yer arıyorduk. Yükselen trendlere baktık, toplumsal alışkanlıklarımızı inceledik. Toplum olarak ete düşkünüz, öte yandan son yedi yıldır kafe çılgınıyız. Son iki yıldır da butik işletmelere yöneliş var. Kafe çok, kasap etçiler de yavaş yavaş başladı. Biz ortağımla bu iki konsepti birleştirerek devraldığımız kasap restoranı, kafe dekorasyonuyla birleştirerek ev sıcaklığında bir yer yarattık. 500 gr lık T.Bone Steak üstüne ister espresso ister detoks çayı içiyor müşterilerimiz. Türkiye'nin en iyi kitabını yazıyorum diyemem ama Türkiye'nin en iyi etini satıyorum. Diyetten, detokstan nefret ederim. Bence protein almadan sağlıklı ve güzel yaşanmaz. Hollywood starlarının güzellik reçetelerini incelersek hiçbiri sadece yeşillik yemiyor. Kırmızı etin sağladıklarını hiçbir besin karşılayamıyor. Bergüzar Korel - Halit Ergenç sadece bizim etlerimizi yiyorlar. Ferhat Göçer - Ömür Gedik ikilisi çok iyi müşterimiz. Ünlü futbolcular, basketbolcular var haftada üç gün bizde yemek yiyen. Korel ve Gedik'in formuna bakarsanız söylediklerimin doğruluğu daha iyi anlaşılır sanırım…
"Çok beğendiğin bir ayakkabıyla karşılaştığında kalbin çarpmaya başlar. Aynen çok yakışıklı bir erkekle karşılaşmışsın gibi. Ona sahip olmak istersin. Burada engeller başlar. Ayağının numarası kalmamış olabilir. Ayakkabı bütçene uygun olmayabilir. Ya da ayağın hiç rahat edemeyebilir ayakkabının içinde. Sana uygun olmayan bir erkek gibi. Eğer sen ona sahip olmak konusunda ısrar edersen, mesela büyük olan ayakkabının içine kalıp koydurtup onu giyersen ya da onu satın almak için bütçeni zorlarsan doğru olmaz. Rahat edemezsin onunla. Eğer ayakkabıya bütçenin üzerinde para vererek sahip olduysan, onu giymeye bile kıyamayacak, sakınacaksın yağmurdan çamurdan. Çok âşık olduğun erkeği kaybetmekten korkar gibi... Ayakkabıyla mutlu olacaksın ama üstüne basılacak diye ödün kopacak. Bu da zamanla stres yaratacak. Sadece konforunu düşünerek satın aldığın ayakkabıysa mantık ilişkisi gibidir. Daima rahatsındır. Ne var ki çok mutlu olmazsın onlar ayağındayken. Gururla gezinmezsin. Sadece seni sevdiği için beraber olduğun bir adamla hissettiğin gibi." Bunlar sizin, kadınlar için ayyakabıyla erkekler arasında kurduğunuz mantık ilişkisi.
►Sizce nedir bu bizlerdeki ayakkabı tutkusunun nedeni?
Ayaklarımız bütün yükünü taşıyor vücudumuzun… Biz de onları allayıp pulluyoruz işte… Biraz heves, biraz bunalım, biraz gösteriş merakı, biraz statü dışa vurumu... Denenmesi, satın alınması da kolay. Şimdi pantolon tutkumuz olsa iş daha zor olur. Kalıp bulmak zor, her pantolonun içine sığmak zor… Göbeği içine çek, fermuarı kapat… Azıcık kilo alsan içine girmekte zorlansan günün biter… Fazlalık sorunun olmasa boy problemi başlar. Ölçü ver, terziye gönder… Bir pantolonu beğenip alıp çıkmak zor iş. Halbuki ayakkabıda iş numaraya bakar. En fazla iki üç deneme yaparsın oturmuş zevkin varsa ve ayağını tanıyorsan. Ne istediğini bilen kadınların hayatlarındaki adamı kolayca bulabilmeleri gibi…