Yalnız babaların gizli cazibesi
MODA HABER

Yalnız babaların gizli cazibesi

GÜNCELLEME TARİHİ: 20 Eylül 2010

Son üç ay içinde ikinci kez gittiği Miami'den yeni döndü o. Mavi gözleri ışıl ışıl parlıyor anlatırken "Biri 7 diğeri 8 yaşında iki çocuğu var. İki oğlan. Tek başına bakıyor ikisine de, anneleri bırakıp gitmiş yıllar önce, sadece senede 1 ay görüyor çocuklarını."

Bir yandan onu dinliyor, bir yandan da aşkın biz ölümlülere yaptığı canlandırıcı, uyarıcı etkiyi izliyorum hayranlıkla... Tanrım acaba vücudumuzdaki ne tür bir kimyasal bunu sağlayan? Miami'ye gitmeden önceki o bezgin, umutsuz kadın buharlaşıp uçmuş, yerine dingin, mutluluk saçan bir kadın gelmiş... Anlatmaya devam ediyor: "Çocuklara nasıl güzel baktığını bir görsen... Her sabah kahvaltılarını hazırlıyor, sonra okula götürüp, öğleden sonra okuldan alıyor onları... Akşam yatana kadar da onlarla ilgileniyor. Her gün aynı şekilde.... Kendini tamamen onlara adamış". Böyle çoşkuyla anlattığı, Miami seyahatinin odağındaki kişi, yani sevgilisi... Konuşmaktan bir türlü içemediği çayından bir yudum alıyor. Kısa bir sessizlik oluyor. Derken mahsunlaşıyor... Belli ki şimdiden özlemiş onu... O sırada ojesiz ellerine gözüm takılıyor, hayretle bakıyorum. Zira onu hayatında hiç ojesiz görmüşlüğüm yok... Farkediyor "O böyle seviyor ben de sürmüyorum" diyor. Aşk, topla tüfekle bile yapılamayacak şeyi yapmış kokoş arkadaşımı sade bir genç kadına dönüştürmüş... Valla, çok da yakışmış doğrusu...

Konuştukça ondaki değişimin bu kadarla kalmadığını görüyorum. Uzaktaki bir ülkede yepyeni bir hayat kurmak, hatta çocuk doğurup evinin kadını olmak bile sıcak geliyor artık ona... Sevgilisinin karısı, biraz da "üçüncü çocuğu" olmanın hayalini kuruyor usul usul... Aşk kimlik değiştirmiş onun için... Ateşli bir Don Juan değil müşfik bir baba istediği...

Anlattıkları uzun yıllardır tanıdığım, İspanyol bir arkadaşımı hatırlatıyor bana... Karısının geçirdiği sinirsel hastalıktan sonra son on senedir şu an onbeş yaşındaki kızı ve dokuz yaşındaki oğluna bakıyor o da... Her yaz tatilinde onlarla dünyayı dolaşıyor... Yaşıtlarının çizgi film ya da hayvanat bahçelerinde gördüğü kaplanlar ve filler, onun çocukları için çıktıkları safarilerden birer ahbap... İnsan ona baktığı zaman erkek denen canlının aslında nelere muktedir olduğunu görüyor ve umutla bakıyor hayata... Her seyrettiğimde kendimi ağlamaktan alamadığım Kramer Kramer'e karşı filmini anımsıyorum. İşkolik bir eşten sevecen bir babaya dönüşen, Dustin Hoffman'ın canlandırdığı Ted karakteri dememiş miydi "hangi kanun, bir kadını sadece cinsiyeti nedeniyle erkeğe göre daha iyi bir ebeveyn yapar?"

Evet, bu adamlar "birer kahraman"... İnsanda hayranlık uyandırıyorlar. Üstelik, kadınlara acaip çekici geliyorlar. Kızlar kızmayın, bir sırrımızı açıklıyorum: sadece baba olmak bile erkeklere artı bir çekicilik katıyor... Düşünün bir, hangi kadın çocuklarla iyi iletişim kuran bir erkekten etkilenmez ki...

Ne oluyor peki? Acaba biz kadınlar gittikçe Batılılaşan, o oranda da hoyratlaşan şehir hayatında, ihtiyacımız olan ilgi ve şefkati "baba"larda mı arıyoruz? Çocuklara gösterilen şefkat bize gösterilecek olanın bir garantisi mi?

Peki ya çocuklarına sevecen ve ilgili bir baba olup, birlikte oldukları kadınları duyarsızca inciten adamlar... Onlara ne demeli? Belki de onların içinde sevgi yok... Aşkı tanımamışlar... Çocuklarını bizzat kendi uzantıları, adeta bir organları gibi görüyorlar belki... Tek sevdikleri kendileri aslında... Oysa, Can Yücel'in şiirinde dediği gibi "sevdiğimiz kadar değil mi ömrümüz?"
İnsan yılmamalı.... Elif Şafağın muhteşem kitabı Aşk'tan bir bölüm geliyor aklıma:
Aşk yeryüzündeki en eski, en dirençli gelenektir. Aşık dışlanır ama dışlayamaz. Aşık incinir, ama karıncayı bile incitemez. Aşık olunca anlarsın.Yüreğin bir kadife keseye dönüşür, içinde sırma bir yumak; sen bu yufka gönülle kimselere kıyamazsın. Yaşayan ve yaşamış aşıkların safına katılırsın.