Yıpranmış hep moda
MODA

Yıpranmış hep moda

Yırtık, yamalı, onarılmış kıyafetler bir türlü moda sahnesinden çekilmiyor.

GÜNCELLEME TARİHİ: 30 Temmuz 2018

Köklü markalar gibi sürekli imaj tazeleyip dönüyor. Önceleri gereklilikti, sonra bir başkaldırı sembolüne, ardından sofistike zevkin yansımasına dönüştü. Bugünlerdeyse sosyal sorumluluk sahibi bir proje olarak yine bizimle.

Çağla Bingöl

Antika kıyafetlerin yer aldığı bir sergide dolaşırken, ışık açısı doğru ayarlanarak karanlıkta bırakılmaya, yok sayılmaya çalışılmış bir yamayı ya da tamirat dikişini fark ettiğiniz olmuş muydu? New York'daki The Museum at FIT'de yakın zaman önce açılan ve Kasım ayına kadar sürecek olan Fashion Unraveled isimli sergi bunun tam tersini yapıyor ve 19. yüzyıldan kalma elbiselerdeki yama yerlerinden genişletme-daraltma izlerine, tam da görünen bir yeri onarmak için sanatçılara taş çıkaracak bir el işçiliği ile kondurulmuş çiçek nakışından modanın değişimi ile yenilenen kol modellerine birçok detaya ışık tutuyor. Çünkü belli ki bu detaylar birçok moda akımına, tasarımcıya da ilham olmuş. Misal, Les Miserables müzikalinde gördüğümüz, sokakta direnen gençliğin kıyafetlerindeki yıpranmışlıklar sanki bir onur madalyası gibi değer görmüş.

BİR ZAMANLAR MODA KUSURLARI GİZLERDİ
1930'larda, Büyük Buhran'ın sancıları sırasında ya da sonradan patlak veren İkinci Dünya Savaşı döneminde hayatın her alanında olduğu gibi giyim konusunda büyük kıtlıkların yaşanması insanları, "Tamir et, yenile,tekrar kullan" mottosuna yönlendirmişti. Kıyafetlerine baktıklarında gördükleri yırtık onlar için bir akımı değil, çaresizliği, içinde bulunulan yokluk ve mutsuzluk halini temsil ediyordu. Savaşın günlük hayattaki yıkımını aza indirmek ve her şeye rağmen yaşama sevinci duyabilmek için maharetli eller eski kıyafetleri tekrar diriltmek adına çok emek harcıyordu. Etek uçları tamir edilemeyecek duruma geldiyse kesilerek ucuna bir süs nakışı ekleniyordu. Az kumaştan daha uzun elbise çıkarabilmek için çok parçalı kalıplara geçilmişti. Kısa etek boyu da bu sıralarda moda oldu. Ama bugün dönemin resimlerine baktığımızda bize hiç de savaş dönemini çağrıştırmayan şıklıkta, yokluğu gözümüze vurmayan özende bir moda akımı görüyoruz. Bu da insan psikolojisinin gerçek zorluklarla nasıl başa çıktığını gösteriyor biraz.

70'LERDE VİVİENNE WESTWOOD'LA BAŞKALDIRI
1970'lerin sonlarına doğru Beatles artık gençlere yeterince 'asi' gelmiyordu. Müzikholleri, konser salonlarını doldurup, aşk tınılarında çılgınlar g ibi dans etmek yetmiyordu. Bir türlü bitmeyen savaşlara karşı daha sert tavır takınmak gerekiyordu. Böylece, "Make love, not war" sloganı geriledi. Artık Çiçek Çocuklar'ın serotonin yüklü rengarenk ceketleri, kelebek yakaları, batik boyamaları, çiçek yamaları rağbet görmemeye başladı.


Vivienne Westwood, Londra'nın punk yıllarında Bondage Pant'iyle, 1977

İşte, tam bu dönemde Vivienne Westwood, partneri Malcolm McLaren ile Londra'da açtığı SEX isimli mağazada, yeni başlayan punk heyecanının da akışına kapılarak yırtılmış, yıpratılmış, patchwork ile tamamlanmış, çengelli iğnelerle bir araya getirilmiş, fetiş izler taşıyan kıyafetler tasarlamaya başladı. Kraliyetin asaletini simgeleyen tartan kumaşları yırtan, boyayan, yamalayan, kısacası 'onurunu zedeleyen' Westwood, düzene ve devlete karşı durduğu için punk kültürün ikonu, kıyafetleri de forması haline geldi. Gençler artık onları yöneten hükümetlere çiçek buketleri uzatıp gülümsemiyordu; somurtup, sokakta zafer için eylem yapıyordu. Kıyafetleri düşüncelerini ele veriyordu. Ya da Westwood sayesinde 'mış' gibi yapabiliyorlardı. Tasarımcı kendine verimli bir damar yakalamıştı. Özellikle Bondage Pant isimli, fermuar ve dikişlerle Frankenstein-vari birleştirilmiş pantolon tasarımı dönemin simgesi oldu ve yıllar içinde kim, "Punk geri geliyor" dese hâlâ bir köşede hevesle beliriyor.

WESTWOOD'UN İZİNDEN GİDENLER
İngiliz tasarımcının izinden giden birçok modaevi yıpranmışlığı yıllar içinde kendi bakış açısına göre yorumladı. Bunlar arasında akıllarda en çok yer edenlerden biri Rei Kawakubo'lu Comme des Garçons ve 1982 tarihli Destroy koleksiyonundaki 'lace' kazak kuşkusuz. Üzerinde terziler değil de büyük güveler çalışmış gibi duran bu delik deşik kazak, aslında yeni zengin ruhuna karşı bir tepki niteliğindeydi. Yuppie'ler ile Wall Street zenginlerinin lüks hayat anlayışlarına ve moda zevklerine bir tezat olarak fazlasıyla dikkat çekip, yüksek başarı yakaladı. Böylece yıpranmışlık bu sefer odağını hükümetten ziyade indeks zenginlerine kaydırarak kendini yeniden pazarladı. En iyi müşterileri de bu tarz akımlarla kendini ifade etmeyi seven sanatçılar oldu.


R13 markasının Double Classic isimli bestseller pantolonu - Gigi Hadid, Re/Done jean'iyle

90'LARDA LÜKS MODAYA YIPRANMIŞLIK SENDROMU
Dekonstrüktif modanın, yani giysilerin kalıplarını yıkıp yeniden birleştiren akımın atası Martin Margiela kabul edilir. Hatta moda kritikleri halen Margiela'yı bu işin en iyisi olarak görür. Çünkü biraz rastlantısal gibi algılansa da aslında yapılan iş son derece hesaplı olduğu için başarıya ulaşmıştır. Tabii Margiela'nın yaptığı koleksiyonlar yine zamanın ruhu ile harika bir uyum yakalıyordu. Zira 90'larda yavaş yavaş kendini gösteren 'kreatif ' kitleler (reklamcı, endüstriyel tasarımcı, iç mimar gibi) kendilerini yansıtan bir moda akımı keşfetmişlerdi.

Burada da yıpranmış kumaşlar, koparılmış gibi duran paçalar, hatta üzerinden kat kat beyaz boya ile geçilerek çatlatılıp eskimeye bırakılan ayakkabılar vardı. Ama bu sefer fiyat etiketleri yüksekti. Marka imajı olarak bu yıpranmışlık, 'sadece anlayanların anladığı ve bilenlerin bildiği' bir aidiyet-hariciyet duygusu yaratıyordu. Konstrüksiyon ile uğraşan yaratıcı sınıf da Margiela'nın nasıl ustalıkla farklı kol takımlarına imza attığını, bir pens dikişinin aslında nasıl da şık durduğunu, proporsiyonu ile oynanmış bu parçaları ne kadar da iyi anlayabildiklerini herkese giyerek göstermek istiyorlardı. Böylece marka kült mertebesine erişti. Bugün Blank Label olarak anılan tüm ikonikleşmiş parçaları ve son dönemde sık sık taklitlerini gördüğümüz, deve toynağını andıran Tabi-Toe ayakkabıları gardırop klasikleri haline geldi.

Prada'dan Marc Jacobs'a, Hermès'den Watanabe'ye, şimdilerde ise Vetements'dan Off-White'a çoğu markada, az ya da çok, zaman zaman Margiela etkisi görmek kaçınılmaz oldu.


Off-White denim ceket

AYNI DÖNEMDE PUNK GRUNGE'A EVRİLİYORDU
90'lı yılların yıpranmışlık akımlarından biri de punk'ın küçük kuzeni gibi olan grunge müzik ile geldi. Nirvana'nın efsanevi solisti Kurt Cobain ile hatırlanan dönemde, dedelerimizin ev halini andıran eprimiş hırkalar, ağır taşlanmış yıkamalı denimler ve delikli konser tişörtleri tekrar hayatımıza girdi. Bu dönemin gençleri punk abileri kadar 'sesli' değil, daha içe dönük ve sakindiler. Cobain, şarkısında psikolojik bir tecavüzden bahsediyordu mesela. Bu nedenle evde ilk ellerine geçen, eskilikten cepleri sökülmüş, üstleri topaklanmış hırkalar ile "umurumda değil" mesajı veriyorlardı. Tabii ki, kendi dedesinin dolabında o kusursuzca eskimiş hantal hırkayı bulamayanlar soluğu yine mağazalarda alıyorlardı. Böylece yıpranmışlık 90'lı yılları da başarı ile tamamlamış oldu.

2000'LERDE GELEN DUYGUSAL BAĞ
Milenyum'a girmenin mutluluğu ile kendini tekrar olumlu bir atmosferin içinde bulan moda dünyası, Juicy Couture gibi markaların Paris Hilton aracılığı ile her yere bulaştırdığı pembelere boğulmuştu. Kalıplar daralmış, kesimler ve desenler feminenleşmişti. Öyle ki, Versace şeker pembesi, suni yılan derisi bir ceket ile ortalığı kasıp kavurabiliyordu. Fakat 2001'de meydana gelen 11 Eylül olayı ile ortaya çıkan, yeni çağdan umduğunu bulamama hali yavaş yavaş tüm dünyaya yansıyarak bizleri ister istemez materyal olandan ruhani olana yönlendirmeye başladı. İnsanlar Enya'nın Only Time şarkısı ile yaralarını sarmaya çalışıyordu. Modaevleri ve artık hayatımıza iyiden iyiye girmiş olan fast fashion zincirleri bu hislerimize tercüman olan kıyafetleri üretmeye başladılar.


Comme des Garçons, 1980'ler

İşte, boyfriend ve oversized tam da bu dönemin en başarılı trendleri oldular. Bütün gün erkek arkadaşınızın pantolonu ile geziyormuşsunuz hissi veren bir moda akımı neden başarılı olmasın ki? Üstelik, "Sevdiklerime tutunmak istiyorum" dediğimiz bir dönemde. Boyfriend pantolonların olmazsa olmazı yırtıklar ve yıpranmışlıklar da sanki yıllarca sevdiğimiz tarafından giyilmiş hissi veriyordu. Ya da babadan yadigar bir Rolling Stones konser tişörtü gibi duran, rengi solmuş, üzerinde delikler olan bir parça gibi...


Martin Margiela'nın Size 74 koleksiyonundan, 2000

2010'LARIN SÜRDÜRÜLEBİLİR YIPRANMIŞLIĞI
Bu kronik yıpranmışlık hali 2010'lu yıllara geldiğimizde bazı engellerle karşılaştı. Öncelikle, yapılan çoğu eskitme çevre sağlığını tehdit ediyordu. Kum yıkamalar, ağır eskitmeler, yoğun enzimli boyamalar için çok daha fazla kimyasal kullanılıyordu. Aşırı üretim yapması nedeniyle gezegenimize zararlarından dolayı ayıplanmaya başlanan fast fashion, toplumu düşünmeye itti.

Ve böylece eski dost 'yıpranmışlık' yeniden karşımıza çıktı. Bu sefer amaç gerçekten eskimiş olanı kullanmak. Oldukça heyecan veren bu trend belki de zamanında Vivienne Westwood'un yapmak istediğine daha yakın. Ama çok daha az asi, daha uslu ve barışçıl. Arkasındaki isimler ise yeni nesil modaevleri ve start-up'lar.

Bir gün tüm tekstil atıklarına, satılamayan sezon mallarından kalanlara ve artık outlet mağazaların depolarına bile sığmayan mallara bakan endüstrinin bu yeni oyuncuları iyi bir çözüm düşündü: 'Repurposed' akımı ile eski jean'ler sezonun trendlerine uygun şekilde ve 90'ların dekonstrüktif bakışıyla yeniden kesilip birleştirilmeye başlandı.


Vetements x Levi's jean

Re/done, Unravel, R13, Off-White ve Vetements gibi markaların öncülüğünü yaptığı bu akım için en çok tercih edilen ise şüphesiz 90'ların süperstarı ve denim kalitesi ile tartışılmaz markası Levi's'ın depoları oldu. Sadece jean'leri değil, eski kıyafetlerin satıldığı mağazalarda bulunan gerçekten yıpranmış tişörtleri, sweatshirt'leri, kaşmir kazakları alarak, biraz toparlayıp koleksiyonlarına eklediler.


FIT Museum'da 17 Kasım'a kadar sürecek Fashion Unraveled sergisinden

Öyle görünüyor ki, yavaş yavaş bu tarz gerçek eskitme denim kumaşlar yıllanmış şarap değeri görmeye başlayacak. Giyen içinse bu yıpranmışlık iki şey ifade ediyor: Birincisi, "Ben sosyal bilinç sahibi bir insanım ve geri dönüştürülmüş kıyafetler giyiyorum." İkicisi ise, "Şu an içimdeki fırtınaları ve yıpranmışlığı sana sözlerim değil ama belki kıyafetlerim anlatabilir."